Skip to main content
Bibliyoterapi

‘İskenderiyeli Ziyafet’, yazar Louis Ménard

Masolino da Panicale, ‘The Philosophers of Alexandria’. detail of a larger fresco at the
Basilica of San Clemente.

*

Çeviri: Nalan Özkan Lecerf

Karakterler: NoumeniosPorphyryCheremonTatOrigenValentinus

Noumenios: Beklenen tüm misafirler geldi. Porphyry ve Origen’in Üstad’ımız olanın anısını ‘dini’ anlamda koruyacaklarını ve daveti kaçırmayacaklarını biliyordum, ancak Ammonios’u tanımadıkları halde anma yemeğine katılan Tat, Valentinus ve Cheremon’a özellikle teşekkür ediyorum. Eminim ki, bizler İskenderiye’de yaptığımız gibi aynı anda Plotinus da Roma’da Ammonios’un ölüm yılını veya, başka bir deyişle, kurtuluşunu kutluyor; çünkü beden ruhun hapisidir ve bizler, Felsefe’nin inisiyeleri, sonsuz ayrılmaların olmadığını çok iyi biliyoruz. Arkadaşımızın saadet dolu ruhu ziyafetimize başkanlık etsin ve aramızdan ayrılan arkadaşların ruhuna bu yüce yolculukta rehber olsun. Bunların arasında Origen’in ikinci Üstad’ı, İskenderiyeli Clement de mevcut.

Origen: Bu hatıra için sana minnetarım, Noumenios; bizler buna azizlerin komünyonu (ç.n. ruhlar aleminde aynı saadeti paylaşan kimseler) deriz.

Cheremon: Her evin ortasında kutsal taş, yerli sunak dikilmiştir. O, ailenin merkezi olup, babalarımızın Histie olarak adlandırdıkları dünyanın bu sabit merkezinin imgesidir. Homeros bize ilk kurtuluşa tabi tutulması gerektiğini öğretir. Origen ve Valentinus’u kendi geleneklerine yabancı olan bir törenle ilişkilendirmeden ziyafetin başlangıcında şarabın ilk damlalarını onları kutsal etere taşıyacak olan alevin üzerine serpeceğim. O hayatın kaynağıdır ve ona bize ait olan herhangi bir şey sunamadığımızdan onun nimetlerinden bir parça geri veriyoruz.

Origen: Cheremon, bizler bu adağına katılamayız, ancak hiçbir şey alevin kutsal karekterini tanımamızı yasaklamaz.; peygamberlerimiz Sonsuz Olan’ı yiyip bitiren bir ateş olarak betimler ve O Musa’ya yanan çalı olarak tezahür eder.

Valentinus: Aynı zamanda kutsal düşüncenin ilk yayılması ışıktı ve bu bizim için görünmez olanı tasvir eden en mükemmel imgedir.

Tat: Yunanlıların Hephaestus (Hephaistos) dedikleri o aleve atalarım Phta adı altında tapıp, Memphis üçlemesinin tepesine yerleştirdiler.

Porphyry: Bu kadehi Yunanistan’dan şarap ile dolduruyorum. Amfora’nın (ç.n. çift kulplu eski testi) yanındaki resimde Dionysos’u, Hephaistos’u Olympus’a götürüken görüyorum. O, aleve dökülen şarabın ve onunla Tanrılara doğru gitmenin sembolüdür.

Noumenios: Porphyry, bu kadim hikayeye değindiğin için, şarap kadehlere doldurulurken, atalarımızın adağı neden ateş ve şarabın tapınmasına bağladıklarını bunu bilmeyen misafirlere anlatmanı rica ediyorum.

Porphyry: Bunu memnuniyetle yaparım, ancak Cheremon açıklamalarımı fazlaca sofistike bulabilir. İzin verin, önce o kendi önerilerini getirsin. Bunlar yeterli olmazsa ben tamamlarım.

Cheremon: Porphyry, ‘Perilerin Mağarası’ eserinde Homeros’a ona yabancı olan niyetleri atfettiğini düşündüğüm doğrudur. Helenizm konusunda bazı noktalarda fikirlerimiz ayrılabilir, aynı Valentinus ve Origen’in Hristiyanlık sembollerinde düşünceleri ayrı düştüğü gibi.

Tat: Mısırlıların çok azı bile kadim rahiplerin kutsal yazılarını, yüzyıllar içinde kaybolmuş olan ilk çağların dini dili olan mitolojinin anlamını kavrar. Ancak içinde barındırdığı bilinmezlik zihnin merakını uyandırır. Hikayeler ne kadar çok mantığa aykırıysa, o kadar çok onların anlamını idrak etmek isteriz.

Cheremon: Doğruyu söylüyorsun Tat; ardında bu kadar çok eser bırakan eski uygarlıkların bilegelik anlamında bizden aşağıda olduklarını düşünmemeliyiz; ancak düşüncelerini saran imgeler bize çoğu zaman gizemler gibi gözükür.

Örneğin ateşin mitolojisi çok eski olduğundan zor anlaşılır, çünkü ateşin buluşu insan toplumlarının başlangıcına bağlıdır. Belki onlar Eflatun’un dediği gibi – tüysüz – “iki ayaklı hayvanlardı”, ancak sosyal hayvan sadece öngörü ve sanayi için vardır; bu yüzden Prometheus İnsanların yaradanı olarak görülür. Atinalılar onu Athena ve Hephaistos ile çağrıştırırlar ve onların onuruna ışıkların şenliğini kutlarlar. Athena, yıldırımda ortaya çıkan gözyüzünün berraklığıdır. Eski uygarlıklara göre Hephaistos veya Prometheus’un baltası Zeus’un kafasına indirilmiştir ve yarılan yerden Athena doğmuştur. Hephaistos sunakta yanan alevdir; Prometheus onun, ileri görüşlünün, önünde yanan ateştir.

Homeros’un Hephaistos ile ilgili, Hesiodos’un Prometheus hakkındaki hikayeler de ateşin doğasıyla ilintilidir. Olympus’tan atılan, O harfi bacaklı tanrı, sarmal hatlarla gökyüzünden düşen yıldırımdır. Zeus’un kartalının daima iyileşen bağırsaklarını yiyip bitirdiği, sütuna zincirle bağlı olan Titan, sunakta tutsak olan ve her zaman gökyüzünün rüzgarları tarafından yutulan ateştir.

Hesiodos’un Pandora ile ilgili hikayesi ise ahlaki bir kinayedir. Sanayi olmasaydı, erkek kadını diğer hayvanlar gibi ele geçirirdi, ancak kadını yaratan medeniyettir; bu yüzden şair ikisini de büyüleyici, Tanrıların tüm nimetleri emanet ettiği bir bakirede toplar ve İnsanı çalışmaya mahkum eder, çünkü kadın lüksü sevip, fakirliği hor görür. Merakı mühürlenmiş bir vazoyu açtı ve içinden medeni hayatın tüm kötülüklerinin kaçmasına neden oldu; vahşi milletlerin bilmediği kötülükler. Bu şekilde Zeus iyi birisini kötü birisiyle takas eder, çünkü Pandora’nın doğumu ateşin fethi için bir cezaydı. Bu cezanın nedeni ve Prometheus’un çilesi sanayidir, kozmik Güçlere karşı mücadeledir. İnsanoğlu’nun hiçbir çırpınması acısız değildir. Toprağın diğer varlıklara bedelsiz olarak sunduğu yemeği o çalışmayla kazanmak durumundadır, çünkü Prometheus ateşi Gökyüzünden çaldığı için Tanrılar hayatın kaynaklarını saklamıştır.

Porphyry: Cheremon, gördüğüm kadarıyla Pandora’nın hikayesi sadece ahlaki bir öyküyü gözler önüne sermiyor, o aynı zamanda ruhların inişini ve çıkışını ele alıyor; bu yüzden birçok lahitte bulunur. Bir tarafta insani varlıkların bedenlerini şekillendiren Prometheus’ü, diğer tarafta onların başına birer kelebek koyarak onları canlandıran, kutsal zekayı temsil eden Athena’yı görebiliriz. Ortada Prometheus’ün çilesi, dünyevi hayatın sembolü, diğer tarafta ise Herakles tarafından kurtuluşu yer alır. İnsanoğlu kilden yapılan bir lambaya konulan kutsal ateşin bir kıvılcımıdır, yaşamın gerekliliği tarafından zincire vurulan ve her zaman yeniden doğan üzüntüler tarafından yenip bitirilen, gökyüzünden sürülen bir Tanrıdır. Ancak cesur erdemlerin çabasıyla zincirleri kırılır ve onu akbabaların gaga ve pençelerinden kurtarır; Herakles, Prometheus’ü Olympus’a geri götürür ve yer- ile gökyüzünü birleştirir.

*

Origen: Bu düşüncelerin birçoğu, daha eski olduğu için, Musa’nın hikayesinde daha yalın bir şekilde ifade edilir. Burada dünyanın çamurundan yapılan insanoğlunu bulur, kadının ölümcül merakının insanoğlunu çalışma ve ölüm boyundurluğunun altında lanetlediğini görürüz.

Noumenios: Origen, bize cennet, yılan ve elmanın hikayesini anlatabilir misin. Biliyorum, sen Hristiyanların birçoğu gibi hikayenin kelimesi kelimesine bakmayıp, daha çok İbranice mitolojide saklı olan anlamın peşindesin.

Origen: Harf (kelime kelimesine anlam) öldürür; tin çoşturur; kulakları olan işitir. Cennet Bahçesi, ruhların enkarnasyon öncesindeki halleridir. Havva ve yasaklanan meyve, zevktir; yılan, arzu ve dünyevi tutkuların asi cazibesidir. Doğum ile bedenin hapsine düşen ruh günahın köleliğine bağlı olup, sadece tüm insanlığın kaderi için haçta ölen Kurtarıcının erdemiyle kurtarılabilir.

Cheremon: Ruhun acı ve fedakarlık yoluyla kurtuluşu her zaman Yunanlılar tarafından kabul edilmiştir. Muhtemelen bizler Mesih’in Prometheus, Herakles ve Dionysos’tan daha kadim olduğunu söylemezdik.

Valantinus: Yunanlıların dinini, aynı Yahudilerin dininde olduğu gibi, Hristiyan Gerçeğe yapılan bir hazırlık gibi görebiliriz. Kafkas Dağı’na Calvary’nin (ç.n. İsa’nın çarmıha gerildiği tepe) imgesi ve Herakles’in görevlerine Acı’nın belirsiz kehaneti gibi bakabiliriz. Dionysos’un hikayesini ise oldukça anlaşılmaz buluyorum. Noumenios sana ateş ve şarabın mitolojisinin anlamını sordu; sen bize ilkin anlamını verdin, şimdi ise ikincisinin anlamını kavramak isteriz.

Cheremon: Evrenin tüm parçalarının kutsal hayat tarafından canlandırıldığını hatırlasaydık, dini dil daha net olurdu. Bugünün insanları cansız olarak baktıkları şeyleri, kadim olanlar yaşayan enerjiler olarak tanırdı ve bu gizli güçleri Tanrılar olarak adlandırırdı.

İlkbaharda fırtınanın yıldırımı arasında meydana gelen, asmanın özsuyunda köpüren ve sonbaharda altın sarısı üzümler olarak çiçek açan aktif olan ve hayat veren, kanımca kutsal likör olan güce Dionysos diyoruz. Yakında üzüm onu besleyen dallardan koparılıp ezilecek, ancak yanan özsuyu toprağa dökülen şarabın kutsal liköründe yeni bir şekille yeniden doğacak; Tanrı’nın iki doğumunun anlamı da bana göre budur. Onun ölümü bizler için hayatın bir kaynağıdır. Bu akıcı ateş uyuşmuş uzuvları ısıtır ve tini büyülenmiş bir dünyaya taşır. Sunağa serpiştirildiğinde kendini bizim için kurban eder ve insanların dualarını Tanrılara taşır. Biliyorum ki bu hikayeler farklı yorumlarla da anlatılabilir, ancak Porphyry, orfik törenlere ve Samothrace’ın (ç.n. Semadirek adası) gizemlerine inisiye olan kimse, gizli kalması gerekeni açığa vurmadan bunları benden daha iyi anlatabilir.

Porphyry: Sembollerin anlamı çokludur, Cheremon. Anlattıklarından Dionysos’un sunağa serpilen ve orada yanan, adağa dönüşen, toprağa dökülen şarabın olduğunu fark ediyorum. Ancak bitkilerin damarlarında akan ve şarabı mayalayan görünmez alevin kaynağı güneştir. Eylemi gizemli ve saklı olduğu için Dionysos’un geceleyin hareketlenen yarımkürenin (ay) güneşinde ölüyü aydınlatan daha yüce olan bir şeklini görürüz. Bu yüzden ona yıldızların sürücüsü, beyaz yıldızların çobanı deriz. Sıcaklık ve yaşam gibi o doğaya serpilir, ilkbaharda yeniden doğmak için kışın kaybolur. O, ruhların dirilişinin sembolüdür. Bazı ışıklar vardır ki, sadece başka bir yerde yeniden doğmak için sönerler.

Arzunun sarhoşluğu onların samanyolundan inmesini, yedi katmandan geçmesini sağlar. Ayın katmanına vardıklarında, doğuma düşerler ve madde dünyası büyüme ve çürüme yasasına maruz kaldığı için bakira olmasına rağmen doğumun ile eğitimin yaşam anahtarını ve merdivenlerini muhafaza eden ayın kendisi gibi olurlar.

Ruh arzunun bağlarına zincirlendiği müddetçe, dünyanın üzerinde yükselemez. Ancak arzuyu ehlileştirdiğinde, onu zincirlere vurup, üstün dünyaya geri dönmek için kanatlarını ödünç alabilir. Zevk onun inmesine neden oldu, acı ise onu geri götürür. Dionysos, inisiyasyonun kadehini verir, ruh vecdin mistik sarhoşluğunu içer ve arınmış bir şekilde Tanrıların hareketsiz katmanına, ışığın meskenine geri döner.

Tat: Az önce geliştirdiğin doktrinin birçok içeriği Mısır dininden ödünç alınmıştır. Atalarım Osiris’e aşağı bölgelerin güneşi, ölülerin yargıcı ve hükümdarı derdi. Daha Herodot zamanında Yunanlılar Dionysos’un Osiris Tanrısıyla aynı olduğunu bilip, Mısırlıların onlara Osiris hakkında öğrettiklerini Dionysos’a atfettiler.

Fenikelilerin Adonis’in ölümü hakkındaki hikayeleri, cehennemlere inişi ve yeniden dirilişi de Mısırdan ödünç alınmıştır. Ve öyle gözüküyor ki Hristiyanlar da felsefelerinin bazı dogmalarını aynı kaynaklardan borç aldılar, aynı ‘karanlıkta barınan ve onu tutan ışık’ gibi. Mısır tüm dinlerin kadim annesidir; Yunanlılar en kadim filozoflarının rahiplerimizden talimat almaya geldiklerini itiraf ederler. Pisagor ruhların göçü ve onların ardışık arınmaları hakkında öğretiklerini onlardan öğrenmiştir.

Enkarnasyonlarının gönüllü olduklarına inanmak zordur. Nasıl olur da onlar bu köleliği Tanrıların yüce cumhuriyetlerindeki ışığın bedelsiz meskenine tercih edebilecek kadar çılgın olabildiler? Mantık için dünyevi yaşama doğum öncesi hatanın cezalandırılması olarak bakmak daha uygundur.

Biri Thoth’un, Yunanlıların Hermes Trimegistus dedikleri üstadımın kitaplarını okuduğunda bu cezalandırmanın hikayesini bulacaktır. Ruhlar maddenin en temiz kısmından şekillendikten sonra Usta onlara görünür dünyayı oluşturmaları için artıkları bırakır. Ancak yarattıklarının gururuyla onlar için koyduğu sınırları aşarlar. Onları Dünyaya sürer ve bedenlere hapseder. Dönüşlerinin tek koşulu ise hapislerine bağlanmamalarıdır. Bu sürgünden tedirgin olan ve Tanrılara karşı hiçbir şey yapamayan ruhlar birbiriyle farklı şekillerde kavga eder; dökülen kanla toprağın ve diğer elementlerin kutsallığı bozulur. Yaradana şikayet edip, dünyayı yenileyecek olan Kendinin yayılması için dilenirler. O, insanlığa din, adalet ve bilimi öğreten Osiris’i gönderir; misyonunu tamamlandığında ölülerin yargıcı olur. İsis’in oğlu Horus’a anlattığı hikaye budur.

Valentinus: Neden kötülüğün varoluşunu anlatmaya çalıştığımız tüm alegoriler doğumundan önce veya sonra İnsanın sapık iradesinden geldiğine işaret eder? Kötülük, günahla karıştırılıyor.

Cheremon: Valentinus, sence bu gerçekten İnsanoğlunun en büyük kötülüğü değil midir? Bana göre, tüm Stoacılar’ın düşündüğü gibi, bu gerçek olan tek kötülüktür, çünkü bir varlık için sadece doğasına karşı olan bir şey var olduğunda kötülük mevcuttur.

Valentinus: Şüphesiz, ancak kötülük İnsanoğlu’nun dışındaki dünyada vardır. Izdırap ve acı hayvanların doğasına karşıdır, çünkü onlardan kaçmak için çok çaba gösterirler. Bitkiler bile hayatta kalabilmek için kökleriyle nemi ve yapraklarıyla ışığı emerler. Buna rağmen dünyevi varlıklar ölümlü olup, bozulabilir, hayat ancak yıkımla sürdürülebilir. Bunun iyi olduğunu kim söyleyebilir? Bunun gerekli olduğunu iddia edersek, gerekliliği yaratıcı gücün üzerine konumlandırırız. Maddenin kendi hareketsizliğiyle Usta’nın niyetlerine karşı koyduğunu iddia edersek, Usta’nın yeterince dikkatli olmadığını ve kullanacağı maddenin tepkilerini önceden bilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Aksine O bunu bildiyse, o zaman eserinin kötülüğünü tahmin edip, dinlenmeyi bırakmamalıydı.

Origen: Valentinus, bu tarz kelimeler senin Gnosis okullarında alelade duyulup, Hristiyanların dinsiz olarak suçlanmaları için yeterlidir.

Valentinus: Aynı ilkenin iki zıt etkiyi – İyi ve Kötüyü, tin ve maddeyi – yarattığını nasıl kabul edebilirsin? Dünya kötü olduğuna göre bu dünyanın Prensi iyi olamaz.

Tat: Dünya kötülüğün meskenidir Valentinus, ancak evren değildir. Göksel bedenler ölümsüz olup, bozulmaz bir halde değil midir?

*

Valentinus: 7 gezegenin üzerinde yıldızlar âlemi var. Daha da yukarıda, anlaşılmaz gökyüzünde saf düşüncelerin, mutlak türlerin, sonsuz yasaların dünyası yaşar. Burada yüce Tanrı’nın bilgeliğine ve gücüne layık eseri mevcuttur. Ancak ondan yayılan erdemler gittikçe onun mükemmelliğinden sapıyor, aynı kaynağından uzaklaşan ışığın gittikçe karardığı gibi. Bizler ve gökyüzü arasında yaşayan Demonlar, demiurgos Güçler kusursuz dünyanın fevkalade düzenini maddeye uygulayarak taklit etmek istiyordu. Dikkatsizlikleri ve kibirlerinin meyvesi kötülüktü, madde bozulabilir olduğundan bu çürüğün sonucu sadece ölüm olabilirdi. Bu yüzden dünyasal bir hayat sadece ebedi bir ölümdür; tüm canlı türler birbirlerini yiyip bitirmekle hükümlüdür. İlahi bilgelik içine göksel ışıklar yerleştirmiş olsa bile insanoğlu etiyle günahın köleliğine, çürümeye ve ölüme mahkûmdur. Ancak Mesih bu dünyanın Güçleriyle savaşmak için geldi, zaferi onları uçuruma sürükleyecek, madde hiçbir zaman meydana gelmemesi gerektiği boşlukla yeniden birleşecek ve arınmış ruhlar Kurtarıcılarıyla birlikte bilinmez Baba’ya doğru yükselecek.

Origen: Basilidian toplulukları, Büyük Kurul’dan kendini ayrı tutan diğer Gnostikleri ve seni, Heraklitos, Empedokles veya diğer Yunan filozofların havarilerinden daha az Hristiyan gibi algıladığımı itiraf ediyorum Valentinus.

Noumenios: Atalarımızın bilgeliğine güvenmek bir günah mıdır, Origen?

Origen: Sapmadığı takdirde bu bilgelik Yahudilerin kutsal kitaplarından ödünç alınmıştır. Noumenios, Eflatun sadece Atika bölgesinden gelen bir Musa’dır dediğine göre sen de bunu fark ettin.

Noumenios: Bunu söylediğimde Musa’yı sadece Philon’nun kitapları aracılığıyla tanıyorum demek istedim. Oluşum kitabını okudum. Ruhani dünyaya, ruha ve ölümsüzlüğüne dair herhangi bir şey bulmak benim için imkânsızdı. Bu doktrini Homeros ve Yunan felsefeden aldınız, düşüşün hikâyesini Gigantomachy’mizden (gigantlar ve Tanrılar arasındaki mücadele) ödünç aldığınız gibi. Yahudilerin kitapları bundan bahsetmez. Porphyry ve Cheremon’un söylediklerinden bir Tanrı’nın ölümüyle elde edilen Kefaretin Hristiyan Dogması’na özgü bir şey olmadığını fark etmişsinizdir. Tat’ın gösterdiği gibi Yunanlılar da onu Mısırlılardan almıştır, sonuçta kimden ödünç alındığı önemli değildir.

Origen: Bir borç alma söz konusu olsaydı önemli olmazdı. Ancak Mesih’in Acısı ve sadece fiziksel bir anlam yüklediğiniz bu mistik hikâyelerin arasında nasıl bir ilişki vardır? Mengenede çiğnenen üzümün maceralarından veya güneşin aşağı Zodyak işaretlere inmesinden etkilenemem. Tam tersine, Mesih acı çeken ve ölen bir insandır ve Acısı tüm insani acıların toplamı, ruhun eziyeti ve bedenin işkencesidir; arkadaşları onu bıraktı; havarileri ise reddetti; insanların nankörlüğü; askerlerin korkakça hakaretleri; kırmızı tuniğin alayı ve dikenli taç; tokat ve tükürmeler; kölelerin direğindeki kırbaç; via dolorosa sokağında taşınan haç; idam sehpaların annesinin tam gözleri önünde kurulması; çiviler; mızrak ve acı sirke, son olarak iki hırsızın arasındaki işkence.

Cheremon: Haklısın Origen, tüm bunlar dünyada yeni ve yücedir ve sadece gerçek için öleni özür dilemek istersen, onu Kahramanların arasında hoş karşılanmasını sağla, ancak tek koşulu insan olmuş olmak olsun. Güneşin ölümünden etkilenmiyorsun. Sence ben insan şekline bürünmüş, üç gün sonra Babasının sağında oturacağından dolayı ölümü bir komedinin ötesine gitmediğini bilen bir Tanrı’nın işkencesine ilgi duyar mıyım? İnsanoğlu hayatını feda edebilir, Tanrılar edemez, bu yüzden İnsanoğlu onlara üstündür. Ruhumuzun sonsuz olduğunu sadece onlar bilebilirdi ve insani erdemlere duyulan saygıdan ötürü bu gizemi saklarlardı. Söz konusu erdemler yerine getirilen görevin ilahi huzurundan başka bir ödül bekleseydi tüm meziyetlerini kaybederdi.

Noumenios: Kanımca, Cheremon, Hristiyanlar Mesih’i kutsallaştırılmış bir insan olarak görseydi Tanrıları Kahramanlarla karıştıran ve bundan dolayı suçladığımız Evhemeros’un aynısını yapardı. İlahi öz sonsuzdur, ancak zaman içinde tezahür eder. Bir insan doktrini ve hayatıyla bir Tanrı’yı diğer insanların gözü önüne serdiyse o gerçekten onun enkarnasyonudur. Hristiyanlar bize Mesih’in aynı anda Tanrı ile İnsan olduğunu söylediğinde, İnsanın erdeminin yüce övünmesine girişiyorlar, stoacı ahlakı dinlerin doğal dili olan mitolojik dile çeviriyorlar; kendini feda etmenin ötesinde daha kutsal bir şey tanımıyorum; bu yüzden Mesih’in Panteonumda yeri vardır.

Porphyry: Bu kabulün Hristiyanları tatmin edeceğini düşünme, Noumenios. Ancak tüm diğer Tanrıları reddettiğinde seni kendilerinden biri olarak kabul ederler.

Noumenios: Bu bir kabul değildir, ayrıca herhangi birini memnun etmeyi de dert etmiyorum. Gerçeği arıyorum ve bulduğum her yerde kabul ediyorum. Doğada ilahi olanı görüyorum ve görünür vahileri altında evrenin çoklu yasalarına ibadet ediyorum. Manevi yasa da ilahi bir yasa olup, hepimizin içinde taşıdığı bilince, içsel Tanrıya ibadet ediyorum. İnsani erdem sadece kozmik güçlerin mücadelesiyle tezahür ettiğinden, Hristiyanların kadim Tanrıları reddetmesi gayet doğaldır; ruhun dini, dünyanın dinlerine tepki göstermelidir. İlahi olanı sarmalayan zekâdan ötürü peş peşe yapılan vahiylerin uyumu içerisinde tüm dinler doğrudur; kusursuzun her bir şekli, insan bilincinin her bir olumlaması sonsuz gerçeğin bir ışını, evrensel prizmanın bir yönüdür.

Porphyry: Noumenios, güneş ufukta kayboldu. Homeros’un bize söylediği gibi her bir ziyafetin toprağa dökülmesi gereken şarabının son damlası Hermes’i onurlandırmak için sunağın üzerine serpilmelidir.

Noumenios: Altın değneği akşam karanlığın ufku boyunca yayılan, Tanrılara insanların duasını ve insanlara Tanrıların nimetlerini getiren göksel haberci olan Alacakaranlığın Tanrısı, bu kadehin şarabını kabul et. İlahi dünya, zekâların bağlayıcısı, konuşmalarımızı yönet ki inançlarımızın çeşitliliği kalplerimizin arkadaşlığını başkalaştırmasın. Zamanımızdan önce dünyasal kaderlerini tamamlayan arkadaşları bu ziyafete getirdiğinden, ruhların kutsal psiko-pompları (rehber) kurtuluş zamanımızda bizi selamlamaya geliyor ve bize, bulundukları ışıkla huzurun meskenine kılavuzluk ediyor.

*

Orijinal Fransızca

here

Louis Ménard at the window of his apartment in Paris.

***

Source: ‘The Alexandrian Banquet’, excerpted from ‘Les rêveries d’un paien mystique’. Paris- George Cres- 1911.
‘İskenderiyeli Ziyafet’, yazar Louis Ménard

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.

TÜM HAKLAR SAKLIDIR VIA HYGEIA 2022