Skip to main content
Bibliyoterapi

Anna Kingsford-‘Metallerin Gezegenlerle İlgili Yaptığı Çağrışımlar Hakkında’

From Stephan Michelspacher’s’ ‘Cabala, Spiegel der Kunst und Natur, in Alchymia’. Augsburg, 1615.

*

Çevirmen: Nalan Özkan Lecerf

‘Metaller boş yere veya anlamsız bir şekilde Gezegenlerle veya ilahi Patronlarıyla çağrışım yapmazlar. Kökeni gerçekten koyu veya gizli sanatı içerdiğinden Kimya, birden siyah veya gizlenmiş olan, bu yüzden aynı niteliği taşıyan ve gören Simya’dır. Plutarch’a göre ‘Simya’ kelimesiyle gözün gören göz bebeği tanımlanmış olup mistik organımız gözün olduğunu biliriz. Dolayısıyla doğru yorumlandığında Kimya gizli konuları keşfettiğimiz, gezegen ve yıldızları okuyabildiğimiz sanattır. Eşduyumlar öğretisi ilk Kimya biliminde gözler önüne serilir.

Kimya veya Koyu Sanat kapsamında yapılan araştırmalarla Felsefe Taşı’nı elde ederiz, çünkü Kimya Minerallerle, özellikle Taşlarla ilgilenir. Organik hayata uygulandığında aynı sanat bize Elixir Vitae’yi (yaşam iksirini) verir, çünkü bu bilimin çalışmaları su ve esansları kapsar. Organik dünyadaki tüm dokular kan pıhtılaşmasıdır. Mineral âlemde öncelikle Radix metali kendini deneysel süreçte tanıtır; Geber’in dediği gibi Metallerde hayvanlardan daha az mükemmellik hâkim olduğundan onları kolaylıkla mükemmelleştirebiliriz. Hayatın maddesel tutarlılığına hâkim, Zihin ile Ruh’a göre var olan şeylere daha büyük ve asil mükemmellikler sağlanmaktadır.

Kısacası koyu veya gizli sanatın teorisi, her şeye uygulanan Dönüşüm teorisidir; dolayısıyla Doğa’nın kapılarından birini açan anahtar hepsini açar, terimlerin Dönüşüyle her bir Bulmaca çözülebilir. Arnold de Villanova ‘Speculum’ adlı eserinde şunu söyler: ‘Doğada keşfedilen ve Sanatla mükemmelliğe getirilen belirli bir saf madde (öz) dokunduğu tüm kusurlu bedenleri orantılı olarak kendisine dönüştürür.’ Friar Bacon ise şöyle der: ‘Türler değil ancak özleri dönüştürülür.’ Bu yüzden ilk yapılması gereken iş bedeni suya indirgemektir (bu ‘merkür’dür), bunun adı tüm sanatın Temeli olan Çözünmedir. Şekil geçici ve olgusaldır. Öz ise sonsuz olup duyularla algılanmaz, tüm bedenlerde aynı şekilde geçerlidir.’

Bu nedenle nasıl ki mineral âlemde Biçimsel Işık Altın üretiyorsa, bitkiler âleminde Bilgelerin Yaşam İksiri üretilir. Peki, eşsiz Eter veya Tanrılar ile İnsanların Kraliçesi olan Hera hariç her şeyin indirgenebildiği bu Su veya Merkür nedir? Aşil’in annesi, gümüş ayaklı Thetis tarafından sembolize edilen, her şeyin Üreticisi veya İlk Suyudur. Eşi Peleus birçok dönüşümü boyunca onu hızlı bir şekilde tutarak gelin olarak kazandı, ancak o kaçmanın ve eşini kandırmanın peşine düştü. Ancak girdiği birçok şekilde aynı kaldı. Eşi bunu biliyordu, dolayısıyla ne kandırıldı, ne de onu kavrayışından vazgeçti. Dolayısıyla onu kazandı ve Thetis ona Truva’nın fatihini, kahraman Aşil’i verdi.

Peki, bu durumda tüm Truva Savaş hikâyesi simyasal değil midir? Hepsi, Peleus ve Thetis’in evlilik masasına savrulan Anlaşmazlık Elması’ndan çıkmadı mı? Peleus Gerçeği arayan, Bakir Özüyle var olan Bilgeliğin Sevgilisi veya Filozofudur. Sonunda Simyasal Gizem’i keşfettiğinde bilgisiyle tek başına materyalizmin kalesini yıkabilen Gücü yaratır. Bu savaş, kahramanı hayatından eder, ancak öncesinde gerçek öğretinin terörü olan Hektor’u katleder. Ve tek bir yerde savunmasız ve ölümlü olduğu için ölür. Topuğu Yahudası’dır.

Aşil karanlığın Oğulları katlettiği tipik bir Güneş kahramanıdır, tekrar yükselir ve cennette yeniden hayat bulur.

Tüm bu Simyasal mitler Materyalizm ve Spiritualizm’in arasındaki süregelen mücadeleyi anlatan mesellerdir. İksion’un gerçek Hera veya orijinal Hayatı kucaklamak istediği ancak bunun yerine Tanrıça’ya benzettiği bulut ile kandırıldığını anlatan hikâye de aynı türdendir. Benzer şekilde, Ruh yerine Maddeyi tanrılaştıran Materyalistler de yanılır. Şeylerin en derin sırrına nüfuz ettikleriyle övünüp, erişemedikleri gerçeğin yerine yanılsamayı veya fanteziyi koyarlar.

Şimdi simyacılar asıl ve Arkaik suyun dörde veya hipostatik ilişkilere, Elementlere bölündüğünü söylüyorlar. Hermes’in ‘Altın Öğütleri’nde bu Suyun üçüncü parçasının pıhtılaşma olduğu, diğerlerinin ise Bilgelerin Tartıları, Zihin ve Ruh olduğu yazılıdır: ‘Dünyadaki tüm bilimler bu gizli bilgelik ile anlaşılmaktadır. Bu ve sanatın öğrenilmesi bu harika gizli elementlerde saklıdır. Taşımız pek çok şeyden, çeşitli renklerden ve Su (Madde) ile (Ruhta mesken eden) Ateşi koruyup birbirinden ayırmamız gereken dört elementten oluşur.’ Ve Yeniden: ‘Maddenin Doğa ile olan yakınlığı ve ilişkisi açısından en büyük yardımın tavuk yumurtasının olduğunu bil; çünkü orada bir maneviyat ve elementlerin birleşmesi söz konusudur, ayrıca tentürü altın olan bir topraktır.’ Dolayısıyla bu Simyasal Taş, Yumurtanın Sarısı ve Sistemin Güneşi, Yemeğin ölçülerinin ortasındaki mayadır. Peki, Simyacıların tekrarladığı bu söylemlerden sonra kim insanoğlunun dört katmanlı olmadığını söyleyebilir?

Ancak Simyasal süreçte Dönüşüm sanatının da kayıplara yol açtığını görüyoruz. Dönüşmeyen temel bir tortu vardır. Bunu inkâr etmeyen ustalar metallerin ve dünyadan gelen her şeyin bu tortudan türediğini dile getirirler. Yine de her birinde biraz kirlilik vardır, dolayısıyla onları dönüştürürken belli bir ağırlık kaybolur. Ancak Altında bu söz konusu değildir, Biçimsel Işık tortu bırakmaksızın içinde yutulur. Tüm metallerin tortudan türemesine rağmen hiçbir şey ona Altın (Ruh) kadar nazik davranmaz; hatta Sendivogius’un dediği gibi altın bir anne gibidir. Ondan Altının kendisi üretilir.

Metallerin dönüşümü süblimleşme veya bazen adlandırıldığı gibi tekrar tekrar çalıştırılan sabitleşme ile gerçekleştirilir. Söz konusu Hermetik süblimleşme ile maddenin düzelerek ilk haline dönme isteğini yerine getirdiği söylenir (burada yine Thetis ve Peleus’un meseli akla gelir).

Dolayısıyla reddetme ve atık olan, sekizinci katmana geri dönen bir parça var. İnsan ırkında bir çocuk mükemmelleşene kadar dokuz ay boyunca rahimde taşınır. Ve ‘Scipio’s Dream’ (Cicero) adlı eserde denildiği gibi, İnsanoğlu evrimin dokuz katman veya döngüsünden geçer. Altıncısında hızlandırılır veya bir yaşam biçimi alır; yedincisinde mükemmelleştirilir, sürdürülebilir kılınır ve canlı hayata gelebilir; ancak dokuz tamamına erdirmenin numarasıdır. Gebeliğin ilk aylarında İnsanoğlu gerçekten bir insan değildir, ancak bir balığa, sürüngene veya canavara benzeyen bir cenindir – bunlar ilk aşamalarıdır.’

Kaynak: Yazar Anna Kingsford. Edward Maitland tarafından kaleme alınan ‘Life of Anna Kingsford’ adlı eserden bir alıntı. 219 – 221. sayfalar
Anna Kingsford-‘Metallerin Gezegenlerle İlgili Yaptığı Çağrışımlar Hakkında’

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.

TÜM HAKLAR SAKLIDIR VIA HYGEIA 2022