Bibliyoterapi
‘Yeşil Surat’ kitabından alıntı, Gustav Meyrink
‘Yeşil Surat’, 1975 yılında Fransızca çevirisiyle yayınlanan kitabın kapak tasarımı.
Çizimler Raymond Moretti’ne ait.
*
Merhabalar, büyük bir heyecanla Gustav Meyrink tarafından kaleme alınan ve 1916 yılında yayınlanan ‘Yeşil Surat’ kitabından alıntılar paylaşıyoruz. Kitabın kaynak metni Almanca’dır. Burada Mike Mitchell’in İngilizce, Nalan’ın da Türkçe çevirisine yer veriyoruz (dilimize çeviri 2014 yılından). Kitabın yazıldığı tarihlerde ortalıkta dolaşan konular vardı, örneğin ‘Khidr-Hızır-Chidher’ arketipi hikayede önemli bir yere sahiptir. 20’inci yüz yılın bu şaheserini heyecanla keşfetmenizi dileriz. Selamlar, Nalan ve Nico.
**
Çeviri: Nalan Özkan Lecerf
Birinci Bölüm: ‘Dikkat!’
‘‘Sana söyleyeceklerime kulak ver: Gelecek zaman için silahlan! Yakında dünyanın saati 12’yi vuracak; onu kadrandaki kırmızı, kana bulanmış numarasından tanıyacaksın. Yeni ilk saatten önce fırtınalı bir rüzgar esecek.
Bu gerçekleştiğinde uyumamaya dikkat et. Yeni şafağa kapalı gözlerle geçiş yapanlar bundan önce oldukları hayvan şeklinde kalacak olup, artık uyandırılamayacaklardır.
Ruhani bir ekinoks söz konusu ve bahsettiğim yeni şafak, Işığın Karanlığa eşit olacağa dönüm noktasının ta kendisidir.
Binlerce yıldan beri insanlar doğanın kanunlarını anlamayı öğrenip, onları hizmetlerine aldılar. Ruhani kanunlar fiziksel kanunlarla aynı olup, sadece bir oktav daha yüksektir. Bunun anlamını idrak edenlere ne mutlu. Onlar çalışmalarının meyvelerinin keyfini çıkarırken, diğerleri yüzleri yere dönük acı çekmeye devam edecektir.
Tufandan bu yana ruhani doğa üzerindeki gücü elde etme anahtarı paslandı. Bu anahtar, Uyanıklıktır. Uyanıklık, her şeydir.
İnsan, uyanık olduğu inancı içinde kendini güvende hisseder. Ancak gerçek şu ki, uyku ve rüyalardan ördüğü bir ağda tutsaktır. Ağ gözleri ne kadar sıkıysa, rüya o kadar ağırdır. Ağın içinde yakalanmış olanlar, uykuda olanlardır. Hayatı kasaba giden bir kuzu gibi bilmeden, önemsemeden, düşünmeden yaşayanlardır.
Aralarındaki hayalperestler ağ gözlerinden dünyayı bölümlere ayrılmış şekilde görür. Gördükleri yanıltıcı parçalara göre davranırlar, bu imgelerin yüce bir bütünün sadece anlamsız parçaları olduğunu bilmeden. Bu ‘hayalperestler’ belki düşündüğünüz gibi şairler, vizyonerler değildir. Onlar dünyanın aktif olanlarıdır, hiçbir zaman aylak olmayan, dinlenmeyen, sanayinin aşınmasıyla yiyip bitirilenler. Onlar hoş bir kekin tepesine çıkan çalışkan, çirkin böcekler gibidir: Tepeye çıktıklarında, içine düşerler.
Uyanık olduklarını zannederler, ancak gerçekte hayatları bir rüyadır. Bu rüya, son zerreye kadar önceden belirlenmiş, hiçbir şekilde etkileyemeyecekleri bir düştür. İnsanların arasında bazıları vardı ki – ve hala var – rüya gördüklerinin farkındaydı. Onlar arkasında sonsuza dek uyanık olan ruhun saklandığı surlara dayanan öncülerdi: Goethe, Schopenhauer ve Kant gibi vizyonerler. Ancak onlar kaleyi yıkmak için gerekli olan silahlara sahip değildi ve savaş naraları uyuyanları uyandıramadı. Uyanıklık her şeydir.
İlk adım o kadar basittir ki, bir çocuk bile onu atabilir. Sadece fazlasıyla eğitimli olanlar nasıl yürüneceğini unutmuştur. Her iki ayağı da topallıyordur, çünkü atalarından onlara miras kalan koltuk değneklerini bırakmayı red ederler. Uyanıklık her şeydir.
Yaptığın her şeyde uyanık ol. Halihazırda öyle olduğunu düşünme. Hayır, sen uykudasın ve düşlüyorsun.
Sağlam dur, düşüncelerini toparla ve bir an için bedenin her bir fiberinden geçmesi için ‘şimdi uyanığım’ duyumunu gönder. Bunu hissetmeyi başarabilirsen, o zaman öncesinde uykuyla uyuşturulmuş olduğunun farkına varacaksın.
Bu kölelikten her şeyi yapabilme haline giden uzun yolda atılan ilk, tereddütlü adımdır. Yürüdüğüm yoldur ve her bir yeni uyanış beni ileriye götürür.
Acı çektiren tüm düşüncelerin üzerinde sana güç kazandırır. Onlar geride bırakılır ve sana ulaşamaz. Onları geçersin, ağacın tacı ağacın gövdesinin etrafındaki kuru çalıyı geçtiği gibi.
Uyanıklık bedenini de ele geçirdiğinde, acı solmuş yapraklarından akıp gidecektir.
Yahudi ve Brahminlerin buz gibi banyoları, Buddhanın havarilerinin ve Hristiyan sofuların gece boyunca süren ibadetleri, uykuya dalmamak adına kendilerine işkence çektiren Hint fakirleri, bunların hepsi dışa vurulan ibadetlerdir. Sütunların parçaları gibi onlar arayışta olana bulanık ve uzak geçmişte uyanıklığa giden mistik bir tapınağın var olduğunu anlatırlar.
Yeryüzündeki insanların kutsal kitaplarını oku: hepsinde uyanıklığın öğretisi saklıdır. ‘Gün’ ağırıp, galip gelene kadar ‘gece’ boyunca Efendinin Meleğiyle güreşen Yakup’un merdivenidir.
Uyku, rüya ve sersemlik Ölüm’ün cephaneliğidir. Ölümün üstesinden geleceksen, uyanıklığın daha da parlak hallerine basamak basamak yükselmelisin.
Gökyüzüne uzanan bu merdivenin en alttaki basamağının adı ‘dahi’dir. O halde daha üstte olanlara hangi adlar bulmalı! Onlar genel kitle tarafından bilinmemekte olup, efsane olarak addedilir. Ancak Truva hikayesi de yüzyıllar boyunca bir efsane olarak biliniyordu, ta ki biri bu konuyu inceleme cesaretini bulana kadar. Uyanış yolunda rastlayacağın ilk düşman kendi bedenin olacaktır. İlk horoz ötüşüne kadar seninle savaşacaktır. Ancak seni kendini insan zanneden, oysa uyuyan tanrılar olduğunu bilmeyen, sonsuz uyurgezerlerin eşlik etmesinden kurtarak olan sonsuz uyanıklığın şafağını görürsen, o zaman bedenin uykusu yok olup, evren sana tabi olacaktır.
O vakit istersen mucizeler yaratabileceksin. Bundan böyle zalim bir idolün seni ödüllendirme veya başını kesme zevkini bekleyen ağlamaklı bir köle olmayacaksın.
Yine de senden yadsınan bir rahatlık olacaktır: ona hizmet etmeyi bir ayrıcalık olarak gördüğü bir üstada sahip olduğunu bilen sadık, kuyruk sallayan av köpeğin rahatlığı. Ancak kendine sor, şimdi olduğun insan olarak, köpeğinle yer değiştirir miydin?
Bu yaşamdaki hedefine erişemeyeceğin korkusunun cesaretini kırmasına izin verme. Yolumuza koyulan her kimse, içsel yolculuğuna devam etmek üzere dünyaya sürekli olarak geri dönecektir: o ‘dahi’ olarak yeniden doğacaktır.
Sana gösterdiğim yol mucizevi deneyimlerle bezenmiştir: Hayatında bildiğin, ölmüş olan arkadaşlar tekrar karşına geçip, seninle konuşacaktır. Onlar imgelerdir! Saadet dolu bir görkeme bürünmüş ışıktan varlıklar sana görünecek olup, seni kutsayacaktır. Onlar dönüşmüş olan iradenin etkisiyle bedenin soluklarından şekillenen imgelerdir. Bedenin büyülü bir ölüm yaşar ve maddeden tine dönüşür, tıpkı sıcaklığın etkisiyle katı buzun çözülüp, sürekli değişen bulut şekillere dönüştüğü gibi.
Bedenini cesetin tüm izlerinden arındırdığın zaman ‘uyku beni sonsuza dek terk etti’ diyebilirsin. O zaman insanların inanamadığı mucize gerçekleşmiş olacak. Çünkü onlar duyuları tarafından kandırılmış olup, madde ve kuvvetin aynı şey olduğunu anlamamaktadır. Gömülü olduğun zaman bile tabutta bir ceset bulunmayacaktır, mucize budur.
Ancak o zaman, daha evvel değil, özü sadece görünüş olandan ayırt edebileceksin. Bundan sonra karşılaştıkların sadece senden önce yolu yürümüş olanlar olacaktır. Diğerleri gölge olacaktır.
O zamana kadar atılan her adımda varlıkların en mutlusu mu, yoksa en mutsuzu mu olacağın belirsiz olacaktır. Korkma, yanlış yola sapmış olsalar bile uyanıklığın yoluna girmiş olanların hiçbiri hiçbir zaman rehberler tarafından terkedilmemiştir.
Gördüğün bir vizyonun özden mi geldiğini, yoksa bir yanılsama mı olduğunu anlayabileceğin bir işaret vereceğim sana: sana göründüğü vakit zihnin bulanık, fiziksel dünyanın işleri belirsiz veya görünmez olduğunda ona güvenme. Tetikte ol. O senin bir parçandır. İçinde gizlenmiş olan mecazı anlayamazsan, o zaman o özsüzdür, sadece bir hortlak, bir hayalet, senden hayatını emen bir hırısızdır. Ruhundan gücünü çalan hırsızlar, dünyevi hırsızlardan daha kötüdür. Bir düzenbaz gibi seni yanlış umudun bataklıklarına sürüp, karanlıkta bırakarak sonsuza dek kaybolurlar.
Senin için canlandırdıkları hiçbir mucize, benimsedikleri hiçbir kutsal isim, ifade ettikleri hiçbir kehanet, gerçekleşse bile, seni körleştirmesine izin verme:onlar ölümlü, bedenin cehenneminden kusulan düşmanların ve sen onlarla egemenlik için güreşiyorsun. Onların sahip olduğu, ancak seni esir olarak tutmaları için senden gaspettikleri mucizevi güçler senindir. Onlar ancak hayatını yağmalayarak yaşayabilirler, ancak onları fethedebilirsen, onlar tekrar istediğin zaman kullanabileceğin dilsiz, itaatkar araçlara indirgenecektir.
İnsanların arasından talep ettikleri kurbanlar sayısızdır. Vizyoner ve (ç.n. kötü) tarikatların tarihçesine baktığında yürüdüğün yolda kafatasların saçıldığını göreceksin.
İnsanlar yaptıklarından habersiz bu vizyonları dışarıda bırakmak üzere bir duvar ördü: materializm. Bu duvar ele geçirilemez bir savunmadır. Bedenin suretinde yapılmıştır, ancak aynı zamanda dışarıya bakmayı engelleyen bir hapis duvarıdır.
Bugün, bu duvar yavaşça yıkılırken, içinde yüzyıllar boyunca ölü gibi yatan külden doğan bir anka gibi iç dünyamıza yeni kanatlarla yükselmeye izin verilir. Ancak aynı zamanda başka bir dünyanın akbabaları da kanatlarını gerer.
Dolayısıyla dikkat et. Sadece içinde düşünüp taşındığın dengedeki zihnin gördüğün vizyonlara güvenip güvenemeyeceğin söyleyebilir. Ne kadar uyanıksa, terazinin ölçüleri o kadar lehine ağırlık kazanacaktır.
Eğer ruhani dünyadan bir rehber, bir yardımcı ya da bir kardeş sana gözükmek istiyorsa, o zaman bunu diğerleri yaptığı gibi zihnini düzleştirmeden yapabilmelidir. Doubting Thomas (ç.n. İsa’nın havarisi olan Aziz Thomas’ın şüpheciliğine gönderme yapılır) gibi elini onun yanına sokabilirsin. Vizyonları ve onların tehlikelerini önlemek kolay olup, yapman gereken tek şey sıradan bir insan gibi olmaktır. Ancak bunun avantajı nedir? Bedenin hapisinde esir kalacaksın, ta ki cellat olan Ölüm seni kütüğe sürükleyene kadar.
Ölümlü insanların göksel varlıkları görünür şekilde görme arzuları, yeraltı dünyasının hayaletlerini uyandıran bir sesleniştir. Çünkü bu tür bir arzu saf olmayıp, arzudan öte açgözlülüktür. ‘Vermeyi’ öğrenmek yerine ‘alma’ isteğidir. Dünyayı hisseden herkes bir hapistir, kurtuluşu arzulayan her bir yüce ruh: farkına varmadan hepsi hayaletler dünyasını cağırırlar. Aynısını yap. Ancak bilinçli bir şekilde!
Farkında olmadan süründükleri bataklıklarda onlar için adalar oluşturarak hayatleri çağıran kimselere yardım eden, görünmez olan bir el var mıdır bilemiyorum. Buna itiraz etmiyorum, ancak bundan şüphe ediyorum.
Uyanış yolunda hayaletlerin diyarından geçerken gitgide göreceksin ki, onlar görüşüne birdenbire görünür olan düşüncelerden başka bir şey değildir. Bu yüzden onları varlıklar olarak görürsün ve bu nedenle onlar garip gözükür, çünkü şekillerin dili, beynin dilinden farklıdır.
O zaman başına gelebilecek en garip metamorfoz gerçekleşecektir: etrafındaki insanlar hayalete dönüşecektir. Sevdiğin her şey fantomlara dönüşecektir, kendi bedenin de. Bu düşünülebilir en korkunç yalnızlıktır: çölden geçen yolculuk, hayat pınarını bulamayan kimse sussuzluktan ölecektir.
Sana burada anlattığım her şey, tüm kutsal insanların yazılarında okunabilir: yeni krallığın gelişi, uyanış, bedenin üzerinde kurulan egemenlik, yalınızlık. Yine de bizi bu kutsal insanlardan ayıran, bağdaşması mümkün olmayan bir uçurum var: Onların inanışına göre bir gün gelecek ki, iyilik cennete girecek ve kötülük çukura atılacak.
Biliyoruz ki birçoğunun uyanacağı gün gelecek olup, aynı efendilerin kölelerden ayrıştırıldığı gibi onlar da uykuculardan ayrı tutulacaktır, çünkü uykuda olanlar uyanık olanları anlayamazlar. İyilik ve kötülüğün olmadığını, sadece ‘doğru’ ve ‘yanlış’ın var olduğunu biliyoruz. ‘Uyanık’ kalmanın gözleri ve duyuları açık tutmaktan, bedenin gece boyunca tetikte olmaktan ibaret olduğunu düşünürler. Böylece dualarını edebilirler. Biz biliyoruz ki ‘uyanık olma hali’ ölümsüz özün uyanışıdır ve bedenin uykusuzluğu da onun doğal bir sonucudur. Onların inanışına göre beden günahkar olduğundan hor görülmeli ve ihmal edilmeli. Günahın olmadığını biliriz, beden bizim başlangıç noktamızdır, onu tine dönüştürmek üzere yeryüzüne indik. Onlar tini arındırmak için bedenlerini yalnızlığa itmeleri gerektiğini düşünürler. Biz biliriz ki, önce tin yalnızlığı yaşamalı ki bedeni değiştirebilsin.
Bizim veya diğer yolu seçmek sana kalmış. Bu seçim özgür iradenle yapılmalıdır.
Sana öğüt veremem. Bir başkasının önerisiyle ağaçın yüksek dallarında asılı olan tatlı bir meyveyi bulmaktansa kendi seçiminle acı bir meyveyi almak daha iyidir. Bunun yazılı olduğunu bilen çokluk gibi olma, ‘Her şeyi dene, ancak en iyisini al’, ama sadece git ve test etmeden ele gelen ilki seç.”
*
İkinci Bölüm: Anka Kuşu
“Bugün topluluğumuza kabul edildin; şu an itibariyle sonsuzluktan sonsuzluğa uzanan bir zincirin yeni halkasısın. Bununla birlikte görevim sona erdi ve gözlerin bu dünyaya odaklandığı sürece göremeyeceğin birisi tarafından devralınacak.
Senden sonsuz uzakta, ancak bir o kadar da yakın; mesafe olarak senden ayrı değil, yine de evrenin en ücra köşelerinden daha uzak; okyanusta su tarafından çevrili olan biri gibi onun tarafından sarılısın. Yine de dilindeki sinirleri ölü olduğu için tuzun tadını alamayan yüzücü gibi onun farkında değilsin.
Sembolümüz, yenilenmeyi temsil eden anka kuşudur. Mürden oluşan yuvasını yakılan bir odun yığını gibi hazırlayan ve küllerinden yeniden doğan, kırmızı ve altın sarısı tüyleri olan efanevi Mısır kartalı.
Bedenin başlangıç noktamızın olduğunu söylemiştim; bunu idrak ettiğinde yolculuğuna başlamaya hazır olursun. Şimdi sana ilk adımları öğreteceğim.
Kendini bedeninden ayırmalısın, ancak onu terk ediyormuş gibi değil, ışığı sıcaklıktan ayrıştırıyor gibi kendini ondan çözmelisin. Burada bir bekleyiş içinde olan ilk düşmanın yatar.
Eğer mekanda uçmak üzere kendini bedeninden koparırsan, sadece kaba, dünyevi olan birinin hayalet gibi olan bedenini alıp, bir süpürgeye binermişcesine onu sürerek cadılar bayramına giden cadının yolundan gitmiş olursun.
Doğru bir içgüdüyle insanoğlu kara büyünün ciddiye alınması gerektiği önerisini selamlayan gülümsemenin tehlikesine karşı bir siper inşa etti. Artık şüphenin korumasına ihtiyaç duymazsın, çünkü sana verdiğimle daha iyi bir kılıca sahipsin.
Cadılar şeytanın bayramına katıldıklarına inanırlar, halbuki gerçekte bedenleri katı ve bilinçsiz bir şekilde yataklarının üzerinde yer alır. Onlar ancak dünyevi olanı ruhani algı için takas edip, daha kötü olanı kazanmak için daha iyi olan parçalarını kaybederler; bu zenginleştirme değil, fakirleşmedir.
Tek başına bu sana bunun uyanış yolu olmadığını söylemelidir. Genelde insanlar bedenleri olduklarını düşünürler. Bunun böyle olmadığını anlamak için üzerinde egemenliğini sürdürmek için bedenin kullandığı silahları öğrenmelisin. Tabii ki şu anda onun gücünü derin bir şeklide yaşıyorsun, gözlerini kapattığı her vakit karanlığa gömülüyorsun ve kalbi durduğu anda hayatın sönmüş olur. Onu hareket ettirdiğini düşünüyorsun, ancak bu bir yanılsamadır: o, iradeni bir kaldıraç gibi kullanıp, kendi başına hareket eder. Fikirler yarattığına inanıyorsun; hayır, o onları sana gönderiyor. Böylece bunların kendinden geldiğini düşünüp, onun istediği her şeyi yerine getirirsin.
Dik otur ve, bir heykel gibi hareketsiz kalıp, hiç kıpırdamamayı dene. Göreceksin, anında kızgın bir şekilde sana saldırıp, senin ona boğun eğmene zorlayacaktır. Hareket etmesine izin verene kadar sana füzeler yağdıracaktır. Düşünmeye ara verdiğinde, sana okları peş peşe attıran öfkesi ve telaşı, egemenliğinin ne kadar korku dolu olduğunu ve senden korkabildiğine göre gücünün ne kadar yüce olması gerektiğini sana anlatacaktır.
Ancak tüm bunlarda başka bir hile söz konusu: asanın belirleyici çatışmasının burada, fiziksel kontrolde, savaşıldığını inandırmak istiyor. Ancak bu sadece bir çarpışma olup, gerektiğinde onu kazanmana izin verecektir ve böylece seni boyundurluğunun altında daha da sıkı tutacaktır. Bu tarz küçük kavgaları kazananlar en sefil köleler haline gelir; başarılı olduklarını hayal ederler ve alınlarında bu damgayı taşırlar: ‘karakterli adam’.
Varmak istediğin hedef, bedenini ehlileştirmek değildir. Ona hareket etmesini yasaklarsan, bunu sadece onun emrinde olan güçlere kendini tanıtmak için yaparsın. Onlar bir ordu gibi olup, fethedilemeyecek kadar çokturlar. Görünüşe göre kolay olan hareketsiz oturma testiyle devam etmeye ısrar edersen, o zaman onların sana peş peşe hücüm etmesini sağlayacaktır. Önce koparmak ve titremek isteyen kasların tüm hayvani gücünü, sonra yüzünü terle kaplayan kanının kaynamasını, kalbin yıpratmasını, saçların dik durana kadar derinin titremesini, birdenbire eksenini değiştirmiş yerçekimi gibi bedenin beklenmeyen refleksini – belli ki iradenle bunların üstesinden gelebilirsin; ancak burada sadece iraden değil, halihazırda arkasında duran daha yüce bir dikkatlilik söz konusudur.
Bu zafer de bir değer taşımaz. Nefes alıp vermeni ve kalp atışını kontrol edebilsen bile, bu seni sadece bir fakir (ç.n. bedenini kontrol eden ruhani kimse) yapardı. Ve bu dilimizde ancak ‘yoksul insan’ anlamına gelir. İfade ettiği tek şey ‘fakir bir adam’.
Bedeninin sana karşı savaşmaları için göndereceği bir sonraki savaşçılar etrafında sinekler sürüsü gibi pırpır eden düşünceler olacaktır. İrade gücünün kılıcı onlara karşı bir işe yaramaz. Onlara karşı koydukça öfkeleri artacak ve başının etrafında vızıldayacaklardır. Onları bir saniyeliğine de olsa uzaklaştırdığında, sadece uykuya dalıp, aynı şekilde yenilgiye uğrayacaksın.
Onlara hareketsiz olma emrini vermek imkansızdır; sadece tek bir çıkış yolu vardır: daha yüksek bir dikkatliliğe kaçmak. Bunu nasıl yapabileceğini kendi başına bulmalısın. Sana söyleyebileceğim tek şey, sağlam ve kararlı olman ve aynı zamanda yolunu sezgisel bir şekilde kalbinle hissetmen gerektiğidir.
Bu acı veren çatışmanın üstesinden gelmek için başka birinin verebileceği herhangi bir tavsiye zehirdir. Bir uçurumun kenarındasın ve onun üstesinden gelmek için kendinden başka sana kimse yardım edemez. Burada önemli olan bu düşüncelerden sonsuza dek kurtulmak değil, onlarla girdiğin çatışmanın amacı daha yüce bir dikkatlilik haline varmaktır. Bunu başardığında, sana bahsetmiş olduğum hayaletler alemi yakın olacaktır. Başka bir dünyanın varlıkları olduklarını sana inandırmak isteyen korkunç ve ışık dolu hayaletler göreceksin. Onlar sadece görünür bir şekle bürünmüş olan, üzerinde henüz bir güce sahip olmadığın düşüncelerdir.
Ne kadar yüce görünürlerse, o kadar öldürücüdürler, bunu hatırla!
Bu tarz hayatlerin üzerine kurulan ve insanoğlunu karanlığa sürükleyen birçok yanlış inanış vardır. Buna karşın bu hayaletlerin her biri daha derin bir anlam içerir. Onlar sadece imge değildir; onların sembolik dilini anlayıp anlamamandan bağımsız olarak ruhani gelişimin her bir evresinin işaretleridir.
Sana bahsettiğim gibi bu evreyi takip edecek olan insan türünün hayaletlere dönüşümü, ruhani alemde her şeyde olduğu gibi, hem zehir hem de şifalandırıcı bir güç içerecektir. İnsanları sadece hayalet olarak gördüğün noktanın ötesine geçemediğinde ancak zehiri içip, ‘eğer insanların ve meleklerin dilleriyle konuşup, ama sevgileri olmasa, ses çıkaran bir bakırdan farkları olmaz’ denilen onlar gibi olacaksın. Ancak bu hayali insanların içinde barınan ‘daha derin olan anlamı’ bulduğunda, o zaman gönül gözünle sadece onların canlı özünü değil, kendininkini de göreceksin. O zaman, aynen Eyüp’te olduğu gibi, senden alınanın bin katı sana geri verilecektir; o zaman ahmakların alaylarında söylediği gibi başladığın noktaya geri döneceksin; ancak evde kalmak ve çok uzun bir süre gurbette geçirilen zamandan sonra eve dönmenin birbirinden farklı olduğunu bilmezler. Bu kadar uzun ruhani bir yolculuktan sonra eski uygarlığın peygamberlerine verilen mucizevi güçlerin sana bağışlanıp bağışlanamayacağı veya sonsuz huzura kavuşmana izin verilip verilmeyeceğini kimse söyleyemez.
Bu güçler, bu gizemlerin anahtarlarına bekçilik eden kimselerin bedelsiz hediyeleridir. Onlar senin kullanımına verilirse o zaman bu, böyle işaretlere ihtiyaç duyan insanlığın hatırı için olmalıdır.
Yolumuz bizi nihayet yolculuğa götürür; bu evreye vardığında o hediyeyi almayı hakedersin. Sana bağılşanacak mıdır? Bilmiyorum. Ancak ne olursa olsun, sen bir anka kuşu olacaksın; bunu zorlamak senin elinde.
*
3.Bölüm – Hızır (Alm. Chidher)
Sizlere veda etmeden önce öğrenmeniz gereken bir şey daha var: mucizevi güçlerin size bahşedilip edilmeyeceğinden bağımsız olarak ‘büyük ekinoks’un zamanı geldiğinde fark edeceğiniz işaretler.
Büyünün gizemlerinin kapısını açan anahtarları koruyan kişilerden birisi seçilmiş olanı aramak ve derlemek üzere yeryüzünde kaldı. Onunla anılan efsane gibi, o da ölemez.
Bazıları onu ‘Gezen Yahudi’ olarak adlandırır; bazıları ise Elijah; gnostiklere göre onun adı Vaftizci Yahya’dır; ancak onu gördüğünü iddia eden herkes görünüşünü farklı bir şekilde betimler.
Geleceğin filizlenen günlerinde ondan bu şekilde bahsedenlerle karşılaşırsan sakın telaşlanma. Her bir kişinin onu farklı görmesi doğaldır. Onun gibi bedenini tine dönüştürmüş olan bir varlık, tek sabitlenmiş bir şekle bağlı olamaz.
Kendisinin şeklinin ve yüzünün sadece imgelerin, adeta onun gerçek özünün ruhani yansımaların olabileceğini göstermek için bir örnek yeterli olacaktır.
Diyelim ki size yeşil renkli bir varlık olarak gözüküyor. Görebilmenize rağmen yeşil gerçek bir renk değildir, mavi ve sarının karışımıdır; mavi ve sarıyı iyice karıştırırsanız yeşili elde edersiniz.
Her ressam bunu bilir; ancak çok az kişi içinde yaşadığımız dünyanın aynı şekilde yeşilin işareti altında var olduğunu ve böylece gerçek doğasını, yani mavi ve sarıyı, ortaya koymadığını biliyor.
Sana yeşil suratlı bir insan olarak göründüğünde onun gerçek yüzünün henüz tezahür etmediğini bu örnekten anlayabilirsin.
Ancak onu gerçek şekliyle, geometrik bir işaret, gökyüzünde sadece senin görebildiğin bir mühür olarak görürsen, o zaman bil ki: mucizeleri yerine getirmek için çağrıldın.
Onunla fiziksel şekliyle, bir insan olarak, karşılaştım ve onun yanına dokunmama izin verildi.
Adı…Hızır’dı.’’
*
G. Meyrink’in kitaplarının Türkçe çevirisine İthaki Yayınları’ndan ulaşabilirsiniz.
***
Bir yanıt yazın