Bibliyoterapi
Osmanlı Şairi ve Velisi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Tanıtımı
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin türbesi içindeki sandukası – Üsküdar/İstanbul.
Source: TDV Islamic Encyclopedia.
*
Emir Abdülkadir İnanç’ın gönderisi
*
Giriş
Aziz Mahmud Hüdâyî, 16. yüzyılın Ikinci yarsıyla 17. yüzyılın başlarında yaşayan Türk tasavvuf şiirinin önde gelen temsilcilerinden biri ve Celvetîyye tarikatının da kurucusudur. Anadolu halkı tarafından çok sevilen ve siirleri dilden dile dolaşan mutasavvıf şairlerdendir. Saadetlerin felaketlere dönüşmeye başladığı bir devrede yaşamasına rağmen gerek idarecilerle gerekse halkla çok iyi iliskiler kurmuş ve her kesimin sevgi ve saygısını kazanmıştır.
Bir süre müderrislik ve kadı naipliğini yapan Hüdâyî, Bursa’da görev yaparken Şeyh Muhyiddin Üftâde’ye giderek onun yoluna bağlanmış, Üsküdar’da yaptırdığı dergâhında dini ve tasavvufi faaliyetlerini sürdürmüştür.
I. Ahmed, Sultanahmet Camii’nin açılışında ilk hutbeyi ona okutmuş, IV. Murad’a saltanat kılıcını o kuşatmıştır. İlmiye sınıfından Hoca Sadeddin Efendi, Sunullah Efendi, Şeyhülislam Hocazade Esad Efendi, Nevizade Ataî gibi dönemin önde gelen isimleri onun dergahının bağlıları ya da müdavimleri olmuşlardır.
Arapça ve Türkçe otuz kadar eser kaleme alan Hüdâyî, altmışa yakin Celvetî halifesi yetişmiştir. Ahmet Yesevî, Yunus Emre gibi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin de Anadolu ve Balkan coğrafyasının dini ve irfanî hayatına çok büyük etkisi ve katkısı olmuştur.
1628 vilinin Ekim ayında vefat eden Hüdayî, Üsküdarda kendisinin yaptırdığı külliyede bulunan türbeye defnedilmiştir. Türbesi Istanbul’da Eyüp Sultan, Sünbül Efendi ve Yahya Efendi gibi en çok ziyaret edilen mekânlardan birisidir.
Tasavvuf’a Daveti
Bu konuda Cemaleddin Hulvi’nin verdigi bilgi şöyledir:
Aziz Mahmud Hüdâyî, Bursa sehrinde İslamî kurallara göre hüküm veren, fetva ehli ve naip olarak görev yapan bir kadıdır. Şer’î ilim ve hükümleri uygulamakta son derece titizliği ile tanınmıştır. Bir gece rüyasında kıyametin koptuğunu ve mizandan geçirilen ümmetlerden, günahları ağır basanların ateşe, sevaplan ağır basanların cennete konduğunu görür. Hazret, oradaki görevlilere:
“Bu hesaba çekilip ateşe atılanlar kimlerdir?” diye sorunca, görevliler ona:
“Bunlar dünyada iken adaletle hükmettiğine inanan kadılardır.” diye cevap verirler ve Hüdâyî’ye ye şunu tavsiye ederler:
“Dini hükümler veren insanların adaletli olanı böyle olursa, zalim olanlarının hâli nasıl olur, var sen kıyas eyle ! Yol yakınken ve fırsat varken kendini insanların hayırlılarından kıl.”
Uykusundan kan ter içinde korku ile uyanan Hüdâyî, Kaygan Camii’nde vaazlarından tanıdığı Şeyh Üftade Efendi’ye giderek onun yoluna girer.
Celvetîlik
Bayramiyye’nin bir kolu olan Celvetîliğin ilk olarak İbrahim Zâhid Gîlanî’de ortaya çıktığı söylenmektedir. Hüseyin Vassaf, Ismail Hakki Bursevî’nin Silsilename-i Celvetî’de Celvetî Tarikatı’nı Ibrahim Zâhid-i Gîlânî zamanında hilale, Hz. Üftade zamanında kamere (aya), Aziz Mahmud Hüdâyî zamanında bedr-i kâmile (dolunay) teşbih eder.
Celvetilikte zikir cehrî (açıktan, yüksek sesle) yapılır. Dervişin mertebesi yükseldikçe hâfi (gizli) zikre geçilmesi uygun görülür.
Zikrin esasını tevhit zikri oluşturur. Dervişe başlangıçtan itibaren bu zikir verilir. Yeni balayan (mübtedî) derviş “Allah’tan başka ibadet edilecek yoktur”, orta derecede (mutavassıt) olan derviş “Allah’tan başka istenilenecek yoktur”, sona gelmiş (müntehi) olan derviş ise “Allah’tan başka varlık yoktur” düşüncesiyle zikrini yapar. Celvetîliğe giren sâlik, kainattaki geçici varlık gözünde yok olup tevhit nuru ortaya çıkana kadar bu zikre devam eder. Celvetî tarikatında Halvetilik’te esas olan “lâ-ilâhe illallah, Hû, Hak, Hay, Kayyûm, Kahhâr” kelimelerinden meydana gelen “esmâ-i seb’a” adi verilen zikrin de ayn bir önemi vardır.
İsmail Hakki Bursevi, Tamâmü’l-feyz adlı eserinde “Celvet”le ilgili su bilgileri verir:
Celvet kulun, halvetten ilahi sıfatlara bürünerek çıkmasıdır. Yaratılıştan gelen itibari sıfatlardan kurtulup hakiki sıfatlara bürünmesidir.
Celvetîlik’te seyr-ü sülük zikir ve mücahede iledir. Zikir telkini, mürit için bir çeşit yardım ve inayettir. Bu yardım, halis itikadı doğurur, halis itikat muhabbete, muhabbet iradeye, irade de zikir telkinine sebep olur.
Celvetî tarikatının ayininde diz üstü kalkılarak yapılan zikir şekli akla gelmektedir. Buna nısf-ı kıyam ya da Hızır kıyamı adi verilmiştir. Bu zikir sekli Celvetîlere özgüdür.
Celvetî dervişi olmak isteyen kisi istihare ve istişare gibi ön hazırlıklarını yaptıktan sonra, zikir telkini almak için şeyhin önüne gelip vakar ve sekinetle oturur. Şeyhi ile birlikte “Allah’tan amelî, fiilî ve kavlî bütün günahlarımın bağışlanmasını dilerim” anlamında istiğfar duasını ve “ amentü”yü okur.
Celvetî Hırkası, Kıyafeti ve Tacı
Celvetîyye’nin önde gelen şeyhlerinden İsmail Hakkı Bursevî, sufilerin zâhirlerini bâtınlarına uydurmak icin hırka giydiklerini, bunun da asıl amacının ilahi ahlâk ile ahlâklanmak olduğunu söyler. Ayrıca tarikat ehli hırka için siyah, beyaz ya da yeşili tercih ettigini belirtir.
Celvetî şeyhleri hırka giymiş, başkalarına da giydirmişlerdir. Celvetî muhiplerine de tarikata bağlanmadan önce beyaz destarlı tac giydirilmiş ve onlara Celvetî sofusu adi verilmiştir. Tarikata yeni girmiş derviş siyah, zâkirler açık mavi, halifeler ise sarı pabuç giymeleri âdet olmuştur. Hüdâyî dervişlerinin saçlarını uzattığı bildirilmektedir. Bu da diğer tarikatlara göre önemli bir farklılıktır.
Hulvî, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin şeyhi Üftade’nin 18 terkli ve yeşil renkli, Şeyh Mahmud Efendi’nin ise 13 terkli kisve giydiğini belirtir. Celvetî tacı on üç terkli olup tepe kısmı siyahımsı koyu yeşil renktedir. Ortasında kendi renginde bir düğme bulunur. Bu düğme Nübüvvet-i Muhammediyye’yi sembolize eder. Celvetî tacının on üç dilimli olması Hüdâyî’nin içtihadıyla ortaya çıkmıştır. Bu dilimlerden on ikisi sülükteki on iki isme veya tevhid harflerine, on üçüncüsü bunların birliğine işaret etmektedir. Celvetî şeyhinin oğulları ise tepesi kavuniçi renginde tac giymiştir. Üsküdar’daki Hüdâyî sitanesine bağlı olan dervişlerin giydiği tacın destarının düz sarıldığı görülmüştür.
Celvetilikteki Dört Mertebe
Celvetilikte tabiat, nefis, ruh ve sır olmak üzere başlıca dört manevi mertebe vardır. Celvetiliğin kurucusu Aziz Mahmud Hüdâyî’nin ortaya koyduğu bu mertebenin her birinin karşılığında dört makam bulunur. Tabiatın makamı şeriat, nefsin makamı tarikat, ruhun makamı marifet, sırrın makamı ise hakikattir. Hz. Hüdâyî bu makamların her birini ayrı ayrı renklerle anlatmıştır. Tabiat siyahla (toprak), nefis kırmızıyla (hava), ruh sarıyla (ates), sır ise şalgam rengiyle (su) ifade edilmiştir.
Cenab-ı Hakk’a hakkayla ibadet için öncelikle tabiatın ıslahı gerekir. Her bir mertebenin ıslahı bir sonraki mertebeye götürür. Bir önceki mertebe ıslah olmadan bir sonraki mertebeye ulaşılmaz.
Tabiat ve nefsin ıslahı kesbî olup bunun için ferdi gayret ve çaba gerekir, ruh ve sır ise vehbî olarak ıslah edilebilir. İlk iki mertebe mülk âlemindedir. Ruh ve sır mertebeleri ise meleküt alemindedir. tIk iki mertebenin islah için yemeyi azaltmak, oruç tutmak, nafile namaz kılmak çok önemlidir. Nefis tarikatla ıslah olunca, kibir, riya, ucup, gazap, haset gibi kötü huylar iyi huylara dönüşür.
Ruhun terbiyesi marifatullah iledir. Marifet Hakk’ın teveccühüne nail olan kişinin sıfatıdır. Ruh ve sır mertebelerinde, ruha kuvvet gelir, ilahi marifet keşfolunmaya baslar. Hakiki aşk sâliki kaplar. Sâlikin gözünde dünya ve ahiretin değeri kalmaz. Sır mertebesinde mâsivâdan alaka kesilir ve Hak’tan gayrıya muhabbet beslenmez. Burası mahv, fena, tecelli ve vuslat makamıdır. Sâlik bu makamda mücahededen lezzet duyar. Mâsivâdan kurtulan derviş hayrete düşer. Sâlik varlık elbisesi olan kendi varlığından soyunduktan sonra küllî fenaya ulaşır, ikili kalmaz, bu “ev ednâ makamı”dır (Not: Necm 53/62 İki yay kadar kaldı araları, yahut daha da yakın). “Ahadiyyet” (Teklik) adı da verilen bu makamda tasarruf müridde değildir.
*
Aziz Mahmud Hüdâyî
Divanından Seçki:
64
1.Sakin emanete etme hiyânet
Bir gün issine tapsursan gerekdir
Bâki degil beğim bunda ikâmet
Bir âleme dahı varsan gerekdir
2. Nige bir gafletden uyanmayasın
Dergâh-1 Hakk’a varam sanmayasin
Bir is et kim sonra utanmayasin
Ne işlersen varıp görsen gerekdir
3.Altundan has gönül çürümek neden
Efkâr-ı fâside bürümek neden
Her bir zâğa salıp yürümek neden
Bir gün şehbâzi uçursan gerekdir
4. Ferman erişicek yüce Hazret’den
Uyarurlar seni nevm-i gafletden
Götürüp ayağı, bezm-i kesretden
Otağı berzahda kursan gerekdir
5.Hüdayì âlemin yokdur sebâti
Ölmezden ön ölen buldu hayâti
Yeter etdin ednâya iltifâti
Bu âli divânda dursan gerekdir
*
*
*
***
Bir yanıt yazın