Skip to main content
Bibliyoterapi

Ocke de Boer & Maurice Nicoll: ‘Kendimizde Ay’ı Yaratmak’

‘Night Sky’, resim Kayla (Shifting Destiny at deviantart.org)

*

Çeviri: ChatGPT
Düzenleme: Nalan Özkan Lecerf

***

Bugün Via-HYGEIA’nın Mavi Evi’nden sunacağımız paylaşım, ‘kendimizde Ay’ı yaratmak’la ilgili iki metin içeriyor. Bu metinler, Gurdjieff çalışmaları kapsamında yer alan iki belirgin akımdan geliyor. Birinci metin, Ocke de Boer’ün 2016’da Beech Hill Yayıncılık Şirketi tarafından yayımlanan ‘İki Ruh’ adlı ikinci kitabının son bölümüdür (s. 87-90). İkinci metin ise Maurice Nicoll’ün ‘Gurdjieff ve Ouspensky’nin Öğretileri Üzerine Psikolojik Yorumlar’ adlı eserinden (1996 Samuel Weiser modern baskısının üçüncü cildi, s.1088-1091) alınmıştır. Bu iki önemli metin, hayatı değiştiren teoriler ve kavramların keşiflerinin ardından gerekli içsel çalışmayı yapabilmek için uygun bir zemin hazırlıyor. Bu kavramların dikkatlice sindirilip günlük yaşantıya entegre edilmesi gerekmektedir. Metinler, Sühraverdi ve Mopsik’in Sekine ve Şekina’nın derin çağrışımlarını etkileyici bir şekilde yansıtıp tamamlamaktadır. İki kitabıyla da Ocke de Boer bireysel ve grup çalışmalarına ilgi duyanlara, Maurice Nicoll’ün Gurdjieff’le geçirdiği zamandan sonra kendi gruplarıyla bıraktığı etkileyici mirasına denk gelen sağlam bir rehber sunmaktadır.

*

1. Kendimizde Ay’ı Yaratmak, Ocke de Boer

15 Kasım 2016

Çalışmamızda, Dünya etrafındaki organik filmin Ay’ı kısmen beslediği söylenir. Bu, Upanişad’larda da belirtilmiştir:

‘Ve Kitra dedi ki, ‘Bu Dünyadan (veya bu bedenden) ayrılan herkes Ay’a gider. İlk (aydınlık) yarıda, Ay ruhlarından zevk alır; diğer (karanlık) yarıda ise, Ay onları geri gönderir ve yeniden doğmalarını sağlar.’ (Upanişadlar, 1.bölüm).

Kundabuffer organının sonuçlarından biri, kendimizi algılayamamamızdır. (Via-Hygeia notu: Kundabuffer organı hakkında bir açıklama için buraya göz atabilirsiniz.) Genellikle, bedenlerimizle sadece zihinsel bir temasa sahip oluruz.

Kendimizde ‘Ay’ı yaratmak’ istiyorsak kendimizi algılamayı öğrenmeliyiz; kendimizi algılayabilen bir bedende var olduğumuzu hissetmemiz gereken yeni bir ikinci doğa geliştirmeliyiz. Bu şekilde Ay’dan özgürleşiriz.

Sayın Gurdjieff iki akımdan söz eder; bir dış ve bir iç akım. (‘Gurdjieff’in Toplantı Notları’ – 1941/1946. Londra, Book Studio, 2009. Sayfa 102). Kendimizde Ay’ı yaratarak algılama yoluyla dış ve iç akımı dengeleme yeteneğini kazanır, bu şekilde üçüncü bir unsur yaratmış oluruz.

Fethetmemiz gereken büyük bir muhalif vardır. Dış dünyadan gelen hemen hemen her şey, iç akımımızı yerinden oynatarak bizimle istediği gibi oynayabilir. Kendimizde Ay’ı yaratmak, göründüğü kadar kolay değildir. Bu nedenle görünmeyen bir yolda yürürken duyularımızla hareket ederek kendimizi bir kimlik ile tanımlamamayı öğrenmek çok önemlidir.

Duyularla hareket etmemiz his merkezimizi doğru yerine, yani kalp bölgesine veya göğse yerleştirmemize de yardımcı olacaktır. Oturumlarda baş merkezini ve omurga beynini duyumsama yoluyla dengelemeliyiz. Bu, his beynine nefes alacak alan sağlar. Bu şekilde zamanla bedenlerimizde var olduğumuz hissini daha kolay elde ederiz. Bu şekilde Kundabuffer organının sonuçlarına karşı hareket ederiz. Egonun devralma şansı kalmaz ve bu, yaşamımıza daha gerçekçi ve daha az sıradan bir yaklaşım elde etmemizi sağlar.

Kendimizde Ay’ı yaratmak bizi köklendirir. Özellikle karın bölgesindeki köklenme üç merkezli kişisel çalışma için önemli bir temel oluşturur. Bu yüzden, Duyumsama ve His arasındaki ayrımı geliştirmek çok önemlidir.

Bu ayrımı kurmamız gerekiyor, aksi takdirde çalışmamız sadece zihinsel seviyede kalır, hayali olur. Dış akımdan özgürleşemeyiz. Karşıtlarda kayboluruz. Dış akımdan özgürleşmek, hareket ve his merkezlerinin meselesidir. Bu yüzden Gurdjieff Hareketleri büyük bir hazine olarak kabul edilir; üç merkezimizi bir arada, mevcut ana katılmaya zorlarlar. Hareketleri yaparken, mevcut olmaya zorlanırız. Otomatik davranışlarımızdan çıkartılırız. Aslında hareketlerin etkisiyle üç merkezimizi kullanmaya zorlanırız. Bunu yaparak, His’in içinde olmayı, Duyumsama içinde bedene bürünmeye hazır hale geliriz. İşte o anlarda, üç merkezimiz büyük bir Beyin haline gelir ve zihinsel yere erişim sağlar. Bu beyin, sıradan ‘Ben’imizi kenara çekerek alması gereken yüksek enerjilere açık hale gelir.

Merkezlerin dış kısımlarında dağılmış durumdayız, ancak burada yaşamaya o kadar alışmışız ki, kendimizi ve çevremizi merkezlerin dış kısımlarından anlamamız gerektiği tutumunu geliştirmişiz. Daha gerçek bir şey olmak için çok daha ‘toplanmış’, yani ‘dengeli’ olmamız gerektiğini fark etmiyoruz. Merkezlerin iç ve dış kısımları kaynaşmalıdır. Gerçekten iç ve dış dünyalarımızı keşfedebilmek için bunların Bir olması gerekir. İşte dua etmenin anlamı budur, iç kısımlarımızın merkezlerin dış kısımlarıyla birleşmesi için Yüce Olan’dan yardım istemektir. Benzer bir akıl yürütme Oturumlar için de geçerlidir. Hareketler gibi onlar da üç merkezli faaliyetler için gösterilen çabalardır. Üç merkezli faaliyetlere ulaşmak için, merkezlerimizin iç ve dış kısımları birleşmelidir, böylece gerçek bilincimiz, bilinçaltımız bize seslenebilir.

İşte burada ikinci-varlık Akıl konuşmaya başlayacaktır. Bu sürecin temeli, kendimizde Ay’ı yaratarak atılır. Bu, yüksek verilerin olması halinde bunların sistemimize uygun bir şekilde girebilmeleri için atılan bir temeldir. Söz konusu veriler yoksa da onları başımızın üzerindeki akümülatörlerden çıkarma işlemi için bir temel oluşmuş olur. Bu şekilde içimizde ikinci bir beden oluşur.

Eğer kendimizi üç boyutlu gerçeklikle merkezlerin dış kısımları aracılığıyla tanımlarsak, bağımsız bir ikinci bedenin oluşması ve dünyevi bedenin kontrol edilmesi oldukça zor olacaktır. İnsanlardaki olası ikinci beden ve içinde oluşan veriler farklı güçlere sahiptir. Potansiyel bedenimiz, duyumsama ve his arasındaki ayrımı öğrendiğimizde memnun olacaktır. Nedeni ise ikinci bedende zaten kısmen oluşmuş olan verilerin bu ayrımı öğrendiğimizde tam olarak sistemimize bürünebilecek olmasıdır.

Bu nedenle bu Çalışmayı yapabilmenin ilk yükümlülüğü, entelektüel merakı tatmin etmek değil, kendimizde Ay’ı yaratmak, Duyumsama ve His arasındaki ayrımı öğrenmektir. Bu, gerçek iç dünyamızla temas kurmamıza da yardımcı olacaktır. Dış dünyaya verdiğimiz tepkilerin iç dünyamız olduğunu düşünüyoruz. Bu bir yanılsamadır. İç dünyamız bilinçaltımızdadır ve bu, dış dünyaya verdiğimiz psikolojik tepkilerimizin bulunduğu yerden daha derindedir. Gerçek Öz-Farkındalık bizi yavaşça bilinçaltımızı dinlemeye geri taşıyacaktır.

Bu süreç Vicdan ve Titreşimlerin Dengelenme Yasası, Üçler Yasası ve Yediler Yasası, ya da Dünya Yaratım Yasası ve Dünya Bakım Yasası’nın işleyişi hakkında bir bilince sahip olmamıza yol açar. Bu yasalara giriş yapmak ikinci-varlık Akıl alanına aittir. Bu Akıl, yasaların bizde nasıl işlediğini görmemize yardımcı olabilir. Vicdan, eylem halindeki Üçler Yasası’nı algılayacak hıza sahiptir. Vicdan, herhangi bir mevcut durumu Birlik ile uyumlu hale getirmek için gerekli eylemleri gösterecektir. Vicdan, bilinçaltı aracılığıyla ne zaman aktif olunacağını, ne zaman pasif olunacağını ve ne zaman arabuluculuk yapılacağını gösterecektir.

 

Ocke de Boer ve kitapları
‘Higher Being Bodies’ and ‘Two Souls’,
yayınlandıkları yıllar 2014 & 2016.
*

2. ‘Ağırlık Merkezi-Güneş-Ay-Yıldızlar’, Maurice Nicoll

Great Amwell House’da, 29 Kasım 1947 tarihinde paylaşılmıştır.

 

Geçenlerde bir grupta “Ağırlık Merkezi nedir? Nasıl tanımlanır?” sorusu gündeme gelmişti.

Terimin Çalışmada kullanıldığı çeşitli anlamlarıyla birlikte gözden geçirilmesi gerekir. Burada da, Çalışmanın birçok noktasında olduğu gibi, mekanik ile bilinçli bir Ağırlık Merkezi arasındaki ayrımı yapmamız gerekir.

  1. Hayat olarak Ağırlık Merkezi. Burada İnsan kategorileri (İnsan No. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7) devreye girer. İnsan No. 1, İnsan No. 2, İnsan No. 3 durumunda, “ağırlık merkezi” yaşama olan yaklaşımda kullanılan merkezi ifade eder. İnsan No. 1’in hayat ağırlık merkezi Hareket Merkezi ya da İçgüdüsel Merkez’dir. İnsan No. 2 her şeye duygusal olarak, ‘beğenme-beğenmeme’ yoluyla yaklaşır ve bu nedenle hayat ağırlık merkezi Duygusal Merkez’de bulunur. Benzer şekilde, İnsan No. 3 her şeye teorik, entelektüel olarak yaklaşır, bu yüzden hayat ağırlık merkezi Entelektüel Merkez’de bulunur. Bunlar mekanik insanlığın hayat ağırlık merkezleridir ve bu farklılıklar nedeniyle insanlar kendi aralarında anlaşamaz. Bu olgu Çalışmada “Dillerin Karışıklığı Çemberi” veya “Babel Çemberi” ya da basitçe “Hayat” olarak adlandırılır. Buna karşılık, Bilinçli İnsanlık Çemberi’ndeki insanlar – No. 5, 6 ve 7 – birbirlerini anlarlar.
  2. Ağırlık Merkezi’nin bir sonraki anlamı çalışmayla ilgilidir. Mekanikten Bilinçli İnsanlık Çemberi’ne geçiş, Hayat ve günlük stres ile zorlukların dışında bir şeyin yardımı olmadan imkansızdır. Bu nedenle Çalışma, Hayat’tan farklı bir 3. Güç olarak adlandırılır. Ağırlık Merkezi’nin bu ikinci anlamını konuşalım, ki bu anlam “Çalışma Noktası” ile, Çalışmanın önemli olduğuna dair içten bir his ile başlamalıdır. Çalışmadaki bir nokta değerlendirmeyle başlar.

Ay’ın yerçekimsel kuvveti, Dünya üzerindeki gelgit hareketlerini etkileyebilecek kadar güçlüdür. Şimdi ise Çalışma olduğumuz haliyle ‘Ay’ın bizi psikolojik olarak etkilediğini öğretir. Fiziksel olarak görülebilir Güneş, Ay, Yıldızlar vb. tarafından temsil edilen dış Evren de bizde – fiziksel olarak değil, psikolojik olarak – vardır. Dolayısıyla Çalışma, psikolojik olarak şunu söyler: “Kendimizde Ay’ı yaratmalıyız.” İnsan bir mikro-kozmos olup – tam anlamıyla olmasa da – makro-kozmosta yaşar. Fiziksel, görünür İnsan ve fiziksel, görünür Evren, başka – psikolojik – bir ölçekle de temsil edilir, ancak bu İnsanda tamamlanmış bir olgu değildir.

Ay, fiziksel olarak, kelimenin tam anlamıyla Dünya’dan daha alçakta, Güneş ise daha yüksektedir, Galaksi daha da yüksektedir ve bu böyle devam eder. Ancak Çalışma, görünen Evren’in dış sembolünün psikolojik olarak bizde olduğunu söyler. Öz’ün yıldızlardan geldiği söylendiğinde, bu psikolojik olarak, Öz’ün yüksek bir seviyeden geldiği anlamına gelir. Dışta, görünür olanın içte, görünmeyeni temsil ettiğini kavrayabiliyor musunuz? İçte ne varsa dışta da odur. Evet – ama görüyor musun? Görünür Evren ve kendinizde, karşılık gelen ölçekler vardır. Eğer solar (ç.n. Güneş’e ait) bir Bilince sahip olsaydınız, o zaman dış dünyada fiziksel Güneş olarak temsil edilen ilahi Güneş makamında olurdunuz, sadece içte olup içsel Bilinç aracılığıyla temas edilebilen psikolojik Güneş değil. Burada Yüksek Merkezlerden bahsediyorum.

Tarih boyunca insanlar dışarıda yer alan fiziksel Güneş’e tapındılar. Bununla birlikte ‘harfi harfine’ ile psikolojik, maddi ile manevi, dış ile iç arasındaki ayrımın zorluğu ortaya çıkar. Çalışmaya tutunmaya devam eden herkes için bu zorluk nihayet ortadan kalkar ve harika bir iç dünya deneyimi açılır. İnsan, sayısız Ay, Güneş ve Galaksilerden oluşan büyük Evren’de doğar. Nasıl ki annesi tarafından damgalandığı ise bu gerçeklik de onda bir iz bırakır. Bu iz onun iç dünyasında bir merdiven olarak temsil edilir. Yaratılışın Işığında bu merdiveni basamak basamak indiğimizde tüm diğer olası Işıklardan ayrılarak ait olduğumuz Işığı, Güneşi, Gezegenleri, Dünyayı, Ayı görürüz. Devasa bir makine görünür. Ancak, fiziksel temsili göz ardı edildiğinde, Evren hem İnsanın iç dünyasında hem de dışında yer alır. Dolayısıyla Çalışma, Ayımızı psikolojik olarak güçlü, inatçı alışkanlıklar oluşturan bir etki olarak ele alır.

Gurdjieff’in birçok kelimeyle dile getirdiği gibi “Ay’ın etkisi bir ağırlık gibidir. Organik Yaşamı kontrol eder, bu da Dünya’nın yüzeyini hassas bir film gibi kaplar. Bir sarkaç üzerindeki ağırlık gibidir. Etkisi, her şeyi olduğu yerde ve olduğu şekilde tutmaktır. Organik Yaşamı yiyecek olarak kullanır. Bu açıdan bakıldığında, Dünya’daki yaşam bir acı fabrikasıdır.” Çalışmanın başlarında, Bay Ouspensky bize şöyle demişti: “Kendinizde Ay’ı yaratmak gerekir. Bunun anlamını kavramaya çalışın.” Bu ne anlama gelir? Hayatın etkilerine karşı direnecek bir şey yaratmamız gerektiği anlamına gelir. Bazı kadim yazarlar bunu ‘hapisten kaçmak’ olarak adlandırdılar. Makineler olarak dış hayat tarafından yönlendiriliriz. Biz hayatın işlevleriyiz. Her şeye makineler gibi tepki veririz. Önce bunun gerçek olduğunu ve abartılı bir şekilde ifade bulmadığını görmek zorundayız. Bu mekanikliğin yavaş yavaş farkına varmak, uyanmanın başlangıcıdır. Unutmayın ki sadece kendiniz kendinize uyanabilirsiniz. Sizi uyandırmam mümkün değil. Eğer günlük izlenimlere olan tepkilerimizi değiştirebilseydik, eğer günlük hayatın üzerimizdeki alışılmış etkilerine karşı koyabilseydik, “kendimizde Ay’ı yaratıyor” olurduk. Bu nedenle, öğretildiği gibi, hayatın üzerimizdeki etkilerinden – hayattan değil – izole olmamız gerekir. Eğer bunu yapmazsak, mekanik yaşarsak – halihazırda bazıları bunun gerçekten ne anlama geldiğini öğrenmiş, sandalyede oturup hiçbir şey yapmaksızın bile mekanik düşünce ve hisler içerisinde olduğunu anlamış olmalıdır – eğer mekanik yaşarsak, “Ay bizi yer” der. Tüm enerjimizi alır, özellikle negatif olduğumuzda. Kendinize özgü hayatı algılama şekline yön verdiğini ve buna karşı çalışmanız gerektiğini fark edin. Bu uzun sürecek bir öz-gözlem gerektirir.

Kendinizi bir kimlikle tanımlamadığınız her vakit enerji tasarrufuna yol açtığınızı sıklıkla duymuş oldunuz. Bu anti-mekanik bir eylemdir. Bu, Özün Kendini Hatırlamasıyla birlikte gerçekleştirilirse daha yüksek bir  enerji ortaya çıkar ve bununla birlikte Bilinç’te bir artış sağlanır. Hayatın kişisel olarak algılanan etkilerinden izole olmasına yardımcı olan üç ana şey vardır: Özün kendini hatırlaması, kişinin özdeşleşmemesi ve kişinin düşünmemesi. Bunlar, ‘kendimizde Ay’ı yaratmak’ anlamına gelir. Alışkanlıklara karşı çıkmak da aynıdır. Burada başlangıcı psikolojik alışkanlıklarla yapmak en iyisidir. Örneğin, negatif olma alışkanlığı, uykuda olma alışkanlığı, içsel hesap yapma alışkanlığı, nefret etme alışkanlığı, kendine acıma alışkanlığı vb. Ne kadar çok nefret ederseniz, kendinize o kadar çok acırsınız.

Çalışma, Dünya üzerinde yaşayan İnsanın birçok etkinin altında olduğunu söyler. Dünya, 48 yasa düzeninin – yani üzerinizde değişen spot ışıkları gibi oynayan etkilerin – altındadır. Ay ise 96 yasa düzeninin altındadır. Ay’ın etkisi altında olmak, en büyük mekaniklik altında olmak anlamına gelir ve bildiğiniz gibi bu bir erkeğin veya kadının her türlü olumsuz duygu, nefret, içsel düşünceler ve benzeri tarafından yönetilen, derin bir uyku halinde olduğu duruma karşılık gelir. Kişinin kendisi üzerinde çalışmasıyla, daha az ve daha iyi etkilere ya da yasalara tabi olması mümkündür. Bu yüzden Çalışmanın pratik öğretilerinde yer alan hususlar üzerinde çalışıyoruz. Bu talimatlara uymanın bir sonucu olarak Yaratılışın Işığı ile temsil edilen “Varlık Merdiveni”nde yükselebiliriz.

Ancak bu yükseliş sadece fedakarlık yoluyla mümkündür. Her zaman yaptığınız gibi davranmak ve yükselmeyi beklemek imkansızdır. Öncelikle, acılarınızı feda etmelisiniz. Tüm kendine acıma duyguları, kendini avutma eğilimleri, kibir, gizli ve saçma korkular, tüm duygusal düşkünlükler, içsel hesaplaşmalar, acıklı imgeler, iç çekişler, içsel homurdanmalar ve şikayetler artan Bilinç ateşinde yakılmalıdır. Yüksek yasalar altında adaletin bizim anladığımız anlamda olmadığını unutmayın. Yüksek adalet, göksel adalet, öldüğünüzde hesaplarınızın olmaması için kendimiz üzerinde çalışmaktır.

O zaman tek bir soru olarak şunu dile getirebiliriz: “Tüm bu zorluklara rağmen, kendinizi aşarak ne yaptınız?” Başka kaynaklarda ifade edildiği gibi: “Herkes, yaptığı işlere göre yargılanacaktır.” Ben de ekliyorum: “Hangi durumları dönüştürdünüz?” Evet, bu konu üzerinde düşünmek ve olabildiğince derin düşünmek son derece önemlidir. Bu ancak yanlışlıkla “kendiniz” zannedip tutunduğunuz ve size mutsuzluk getiren şeyin ne olduğunu anladığınız vakit mümkündür. Unutmayın ki, mekanik olarak tepki verdiğiniz şeyler, aldığınız izlenimler sizi temsil etmiyor, kendinizden gelmiyor. Bu bir makinedir. Bu, siz olmayan bir şeydir. Negatif bir sahnenin ortasında “Bu ben değilim” diyebilir misiniz? Eğer bunu yapabiliyorsanız, size tarif edemeyeceğim bir ölçüde rahatlayabilirsiniz. Yalnızca özdeşleşmemek içsel huzur getirir. Çalışmadaki gerçek deneyimlerin, bu düzeye ulaşmamış birine açıklanamayacağını anlayın. Bu, başka birine tadına bakmadığı ve belki de asla tadamayacağı lezzetli bir şeyin tadını tarif etmeye çalışmak gibidir.

Şimdi, en yüce anlamda, “Ay’ı kendimizde yaratmaya” başladığımızda, hayattan ayrı bir Çalışma-Cazibe Merkezi oluşturuyoruz. Bunu ancak hayatın üçüncü gücünden ayrı olan bir güç bizim için ve bizim içimizde yapabilir. Bu güç, hayattan ve “Ay”ın donuk, ağır, alışkanlık oluşturan mekanik etkilerinden türemeyen, Güneş’e giden Yan Merdiven’e çıkan ve çıkarken bizim için izlenebilecek bir yolun temellerini atan zarif kişilerden türetilmiş, psikospiritüel bir kuvvettir.

Bu, kendinizde “cazibe merkezi” oluşturma konusundaki ilk ve en büyük fikirdir. Ancak bu “cazibe merkezi” ile bir insan, No. 4 İnsan olarak adlandırılan o varlık düzeyine ulaşabilir – tüm merkezlerin çalışmaya başladığı ve her merkeze uygun şeylerin çelişkili olmadığını, tıpkı sonbaharın ilkbahara bir çelişki olmaması gibi, görebilen bir insan.

 

Dr. Nicoll – Beryl Pogson tarafından kaleme alınan

Dr.Nicoll biyografisinin kapak resmi,

1987 Fourth Way Books, ABD baskısı.

More about Maurice Nicoll: https://en.wikipedia.org/wiki/Maurice_Nicoll🌿 / More with Ocke de Boer: https://www.youtube.com/watch?v=ApqG5aFAX-w&t=188s 🌿And: https://www.youtube.com/watch?v=kU4gfcuTRAw&t=94s
Ocke de Boer & Maurice Nicoll: ‘Kendimizde Ay’ı Yaratmak’

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.

TÜM HAKLAR SAKLIDIR VIA HYGEIA 2022