Skip to main content
Bibliyoterapi

Azizüddin Nesefi – İnsan-ı Kamil Kitabında Bölüm 6: Adab-ı Halvet

İsmail Hakkı Erzurumi tarafından 1756 yılında yazılan ‘Marifetname’den bir illüstrasyon. Astronomi, matematik, anatomi, psikoloji, felsefe, tasavvuf ve İslami konuların bir araya getirildiği ansiklopedik bir eserdir. Bilgeoğuz Türkçe baskısından.

*

Via-HYGEIA’nın Mavi Evi’nden bugünkü paylaşımımız Azizuddin Nasafi’nin ‘İnsan-ı Kamil’ adlı eserinden VI. risaledir (Editions Fayard, Paris, 1984). İngilizce çevirimiz Isabelle de Gastine’in Farsça orijinalinin Fransızca çevirisinden yapılmıştır. 94. sayfadan 101. sayfaya kadar. İşte büyük bir tasavvuf ehli olan üstat Azizuddin Nesefî’nin -Ekberî silsilesinden (İbn Arabi’nin silsilesi veya soyu)- temel ruhani çalışmanın ana  kavramlarını tanıtan örnek bir metin. Kültürel farklılıkların ve geleneklerin ardındaki kendine has özelliklere rağmen, özellikle profesör Henri Corbin’in ‘Hayali Dünya’ olarak adlandırdığı şeyi araştıran gruplarla, ruhani deneyim ve tecrübelerin birliğine dair izlenimler edinmek hayret vericidir. Burada temel kavramların tasavvuf ekolünde ayrıntılı bir açıklamasını buluyoruz ve bunun John Pordage, Thomas Bromley ve çevreleri gibi İngiliz Boehmistlerin kendi yaratıcı ifadelerinde derinlemesine yaşadıkları deneyime çok yakın olduğunu görmek büyüleyici. Tüm geleneklerin birliği… bir kez bölünmelerin ve dışsal düşüncelerin eşiğini aştığımızda! 

Nesefi’nin eserinin Ahmet Avni Konuk tarafından aktarılmış bir Türkçe çevirisi bulunmaktadır (Gelenek Yayınları, 2009). Bu çeviriyi bir kaynak olarak kullandım.

Çevirmen: Emir Abdülkadir İnanç 

*

Allah onların sayısını arttırsın, bir grup derviş benden 40 günlük inziva, zikir tatbiki ve tasavvuf ehlinin yükselişi üzerine naçizane fikirlerimi aktardığım bir risale yazmamı istedi. Bana 40 günlük inziva boyunca nelerin yiyecek olarak tüketilebileceğini, ne kadar miktarda tüketmenin yerinde olduğunu; hangi duâ ve münâcatların okunması gerektiğini ve son olarak tasavvuf ehlinin yükselmesinin ne olduğunu sordular. Onların talebine cevap verdim, ve Hak Teâlâ’ya bana yardım etmesi ve işimi kolaylaştırması, beni hata ve yanılgıdan koruması için duâ ettim; zira O dilediğini yapmaya Kâdir’dir ve duaları kabule layıktır. Bu risaleye ‘İnzivanın Kuralları (Adâb-ı Halvet)’ ismini veriyorum. Başarım, ancak Allah’tandır, ona dayandım ve ona yöneldim.

İtaat ve Asilik

Bil ki tasavvuf ehli üç şeyi el üstünde tutar ve onlara itina ederler: cezbe, sülûk (yol) ve yükseliş (urûc). Cezb olma çekilme ve kendi faniliğinden geçmedir, sülûk sürekli çalışma ve çabadır ve yükseliş bahşedilendir. Bu üçünü hazmedebilen ve var edebilen kişi ancak bir üstat ve rehber olmaya layıktır.

Ey derviş! İnsan makamının başından sonuna kadar on makam vardır. Her bir makam için bir cezbe, sülûk (yol) ve yükseliş söz konusudur.  Bu üçü her bir makam için farklıdır, yine benzer şekilde itaat ve asilik de her bir makam için farklıdır. İtaat ve asiliği; iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırmak büyük ve zor bir iştir. İşte bu yüzden söylemişlerdir ki bir mürid hiçbir şekilde şeyhinin söylediğine karşı gelmemelidir ve onu inkar etmemelidir. Bir seviyede emre uyma (tâat) olarak beliren şey diğer bir makamda bütünüyle uygunsuz olabilir. Örneğin hakiki tecrübeyle iman ve ilim sahibi olmadan yiyip, uyuyup arzularının peşinden gitmek asilik olduğu halde; ilim sahibi olup bunları gerçekleştirmek emre uymak olur. İman ve tecrübenin mertebeleri vardır. Hak Teâlâ’nın sâlikin, yani yolcunun gören gözü, duyan kulağı ve konuşan dili olduğu mertebe en yüksek mertebedir. Her ne söylerse O söylemiş olur, her ne yaparsa o yapmış olur. Hal böyle olduğunda sâlike kimse karşı gelemez. Hızır ve Musa’nın hikayesi bu durumun mükemmel örneğidir.  Yolcunun yüceliği ve niyetine göre Hak Teâlâ doğru eylemi sapkın, sapkın eylemi doğruya dönüştürebilir.

 

40 Günlük İnzivanın Gereksinimleri Hakkında

Bil ki ilk gereksinim şeyhin yani üstadın huzûrudur. Mürit şeyhinin izni olmadan 40 günlük inzivaya çekilmez ve çekilirse de sadece onun huzûrunda bunu yapar. Her 8 ya da 10 gün şeyh gelir ve müridini inzivaya çekildiği yerde ziyaret eder tâ ki müritinin kuvveti artsın tahammülü sağlamlaşsın. Böylelikle, mürit zorluklarla karşılaştığı noktalarda şeyhine danışabilir.

*

İkinici gereksinim iklim ve mahaldir. Hava ne çok soğuk ne çok sıcak olmalı ancak ölçülü olmalıdır. Mahalse insanlardan yeteri kadar uzak olmalıdır ki dış dünyanın havadisi yolcuya erişmemeli, yolcunun ezgileri de dış dünyaya erişmemelidir. İnzivanın gerçekleştiği oda boş ve az ışıklı olmalıdır; bu odaya 40 gün boyunca müritin ihtiyaçlarını görecek bir hizmetkâr ve şeyhi dışında kimse girmemelidir.

*

Üçüncü gereksinim bireysel ve bedensel temizliktir. Yolcu İslam’ın getirdiği temizlik şartlarına uymalı ve abdestinden geri kalmamalıdır. Her ezan vakti yolcu abdestini almalı ve abdest alırken de şükrünü ifade etmek için iki rekat şükür namazı kılmalıdır. 

*

Dördüncü gereksinim oruçtur. Bu 40 gün boyunca mürit oruçlu olacaktır.

*

Beşinci şart kanaatkârlıktır. Az yemenin derecesi kişiden kişiye değişir. Bu konuda şeyhi müritine göre özel bir rejim ve plan hazırlayacak, riyâzet etmesinde ona yol gösterecektir.

*

Altıncı şart suskunluktur. Bu 40 gün boyunca mürit hizmetkârı ve şeyhi dışında kimseyle konuşmayacaktır.

*

Yedinci şart uyanıklıktır. Mürid her gece 2 saatten fazla uyku uyumamalıdır.

*

Sekizinci şart hayale gelen imgeleri ayırt edebilme, hâtırı anlamaktır. Bu hâtırat ve imgeler 4’e ayrılır: şeytâni, nefsâni, meleki, rahmâni. Hepsi kendine özgü belirtiler ortaya koyar.

(ç.n. Ahmet Avni Konuk orijinalinden çevirisinde hayale gelen imgeleri “hâtıra” olarak aktarmış. Bunu imâ ettiği anlam bakımından önemli buluyor ve buradaki tercümeye ekliyorum. Zira hâtırat günlük dilimizde geçmişe yöneliktir, ancak bu durumun burada imgelemin gücünün hâtıratla eş zamanlı çalıştığını ve aynı özden zuhur ettiklerini gösterdiğini düşünüyorum. Misal : Eflatun’un felsefesinde bilmek hatırlamaktır. Nesefi’nin söylediğine göre hatırlanan şeyin niteliği bize nasıl aksettiğine göre farklı şekillerde hayalimizde zuhur edebilir.  Bu nitelik hatırlananınkinden ziyade hatırlayanın durumu ve istidadı, yani hazırlığıyla ilgilidir.)

*

Dokuzuncu şart bu imgelerin hiçbirine itibar etmeyip hepsini sürgüne göndermektir (ç.n. nefiy etmek) . Bu 40 gün boyunca yolcunun gönlü çeşit çeşit imgeyle bezencek, farklı renklere bürünecektir. Bu imge ve görüntülerden biri müride ilahi bir vizyon gibi görünse bile, mürit bunu öteleyecek ve bütünüyle ilahi bilip kabul ettiği şeyhinin kendini bu konuda yönlendirmesine râzı olacaktır. Olur da mürit edindiği vizyonu, rüyâyı, uyanıkken gördüğü canlı rüyâyı (vâkıâ) yahut ayartmayı farkındalıklı uyanıklık halinde kendinden uzaklaştıramazsa, beliren bu görüngüyü şeyhine danışıcaktır ki şeyhi bu durumu ona açıklayabilsin ve odağını bozan bu engeli ortadan kaldırabilsin.

(ç.n. işte bu yüzden şeyhine, üstadına yahut içsel öğretmenine güven bu noktada elzemdir.)

*

Onuncu gereksinim sürekli zikirdir. Beş şart namazın dışında, yolcu sadece şu zikre kendini verecektir: La ilahe illallallah ve başka bir işle meşgul olmayacaktır. Bu zikri yüksek sesle söyleyecek ve her söylediğinde mevcudiyet göstermeye, söylediğiyle her defasında neyi gönlünden sürüp neyi kalıcı kıldığının farkında olmaya gayret edicek. Gönülden sürmenin, nefiy etmenin, dereceleri vardır; nefiy ve ispat eden çömezle, nefiy ve ispat eden erenin hali bir değildir.  

Zikrin Gereksinimleri Üzerine

Bil ki bebek için anne sütü neyse yolcu için de zikir odur. Üstat la ilahe illallah zikrini yolcunun gönlüne bir ağaca aşı yapar gibi aşılamalıdır. Zâkir, yani zikredecek kişi, temizliğine dikkat etmeli, zikirden önce temizlenmeli ve zikrini Kıble’ye yönelip icra etmelidir. Bazısı der ki yolcu zikir sırasında rahat edebilmek için bağdaş kurup oturmalı. Diğerleri de der ki namaz kılarkenki gibi diz çökmeli ki edebe uygun olsun. Bizim üstadımız müritleriyle bağdaş kurardı. Zikrederken zâkir gözlerini kapamalı ve ilk birkaç sene yüksek sesle okumalıdır. Ne zamanki bu zikir dilin derinine iner ve kalbe nüfuz eder o zaman zâkir zikrini sessizce yapabilir. Bu noktaya gelene kadar çok pratik ve dolayısıyla zaman lazımdır. Demiştik ki zâkir bu zikri söylerken her söylediğinde mevcudiyet göstermeye, söylediğiyle her defasında kendi ilmi ve seviyesine göre neyi gönlünden sürüp neyi kalıcı kıldığının farkında olmaya gayret edicek. Buna ek olarak yolcu illâ derken sol tarafında ağrısını hissedecek nitelikte dalağına vuracak, zikri bu şekilde okurken sesi ilk günlerde kısılacak ve dalağında şiddetli bir ağrı hissedecektir. Ancak bu pratiğe devam ettiğinde sesi yerine gelicek, ağrısı dinecek ve herhangi bir ağrı veya zorluk olmadan zikri gece gündüz aralıksız söylemeye başlayacaktır. Bu durum zikrin kalbe yerleşip nüfuz ettiğinin ve artık gönlün zâkir olduğunun işâretidir. Tecrübeli bir derviş bir kimsenin la ilahe illallah nasıl söylediğine göre zâkir olanın gönlü olup olmadığını bilir. Bu zikrin pek çok faydası vardır ancak bunları yazmak doğru olmaz zira buları ancak pratiğe kendini adamış, yıllarını vermiş zikrin getirdiği halleri yaşamış ve hazmetmiş biri bilebilir. Yeni başlayan çömez bu hallerden geçmediği için yazacak olsak bile söylediklerimizi bilemez, anlayamaz. Mürit zikrin getireceği hallere inanıversin ve kendini işe, pratiğe adasın tâ ki zamanla bahsedilen haller onda da zuhûr etsin.

Yükseliş (urûc) Üzerine

Bil ki Allah dostları ve peygamberleri için, doğal ölümden önce başka bir ölüm vardır: irâdi ölüm. Böylelikle ölmeden önce ölürler. Doğal ölümü vesilesiyle bu dünyadan göçenler ne görürlerse, dostlar ve peygamberler doğal ölümden önce irâdi ölüm vasıtasıyla onu görürler. Ölüm sonrası bu hallere geçtiklerinde bu güne kadar bilegeldikleri hakikatleri tecrübe ederler, diğer bir deyişle ilm’el-yakin’den ayne’l-yakin’e geçerler (Via-Hygeia notu: İngilizce versiyonda geçen “eidetic” terimi Eflatun’un idea’lar kuramıyla ilişkilidir. İdeaları saf gerçeklik olarak kurgulayabilir, bir tecrübenin özüne, yani “ayn’ına” yakın olmasını da görünen imgelerin ve edinilen tecrübenin gündelik 5 duyulara kısıtılı tecrübemize göre çok daha canlı ve kapsamlı olduğunu söyleyebiliriz. Bahsedilen fark Eflatun’un mağarasından çıkınca farkedilen gölgelerle güneş altındaki gerçeklik arasındaki fark gibidir: her şey daha canlı, daha gerçek.)  Bu gerçekliğin tecrübesiyle insanlar arasındaki perde bedendir. Ruh bedenden çıktığında, bu gerçeklikle beden arasında perdeleyen hiçbir şey kalmaz. Peygamberlerin yükselişi iki türlüdür: biri ruhun bedensiz yükselmesi, diğeriyse bedeniyle yükselmesi. Allah dostlarının yükselişi bedensiz bir yükseliş olması bakımından özeldir.

Şimdi bu değerlendirmeler bittiğine göre, bil ki buradaki amacamız peygamberlerin yükselişi değil -zira bu yeterince izhâr edilmiştir, tasavvuf ehlinin yükselişidir. Sâlikleri uyarcağız ve teşvik edeceğiz ki riyazetlerindeki ve çalışmalarındaki gayretleri aksamasın ve yolda geri kalmasınlar. Kim bilir belki gün gelir emeklerinin karşılığında saâdete erişir ve devlete layık olurlar. Hakk’ın rızâsı ve yüzüne layık olabildikten sonra yolcu için ölmeden önce ölüm sonrası bu halleri ve ruhu bedeninden ayrıldıktan sonra katılacağı makamı müşahede etmekten başka daha büyük bir saâdet var mıdır?

Ey derviş! Bu ölüm sonrası halleri can bedeni terketmeden müşahede etmek hafife alınmamalıdır. Bu kadar gafil olmasaydılar insanlar gece gündüz bu müşahedenin peşinden koşarlardı.

Esas konumuza geri dönecek olursak tasavvuf ehlinin bahsettiğimiz yükselişi sırasında yükselen yolcunun ruhu, o sıhhatte ve uyanık bir haldeyken, bedeninden çıkar. Öldükten sonra keşf edeceği alemler ve katılacağı makam bu sırada yolcuya önceden malum olur. Bil ki o yükselişi sırasında Cenneti, Cehennemi ve orada olanların durumlarını da görür. Bunların da ötesinde bu güne kadar bilegeldikleri hakikatleri tecrübe ederler, diğer bir deyişle ilm’el-yakin’den ayne’l-yakin’e geçerler. Bazılarının ruhu ilk semâya kadar çıkarken, bazılarınınki ikinciye, üçüncüye olacak şekilde peygamberlerin Mührü’nün Ruhu ta Arş’a kadar çıkar.

Her ruh bedene geri döndüğüne yükseliş sırasında gördüğü her şeyi hatırlar ve eğer ayık ve berrak (sahv) bir haldeyse gördüğü şeyleri anlatabilir. Ancak hakikatte hepsi sarhoş (sekr) gibidir: en temiz şaraptan dolu kadehleri içmişlerdir ve onların sakisi perverdigâr olmuştur. Zayıf olanlar kendini kontrol edemez ve sarhoşluk içinde zahiri kural ve kaideleri terk ederler. Kuvvetli olanlar kendilerine sahip olur ve ne kadar sarhoş olsalar da sarhoşluk belirtisi göstermeden tüm edebi kurallara uyum gösterirler. Her kim bu söylediğimi anlıyorsa yükselişi tecrübe etmiş ve bu güzel kokuyu almıştır. Bazıları semâda bir gün kalır, orayı döner gelir ve bedenine geri döner. Bazıları iki, üç hatta daha fazla, on, yirmi, hatta kırk gün bile kalabilir. Şeyhim bana semâda bedenine geri dönmeden önce on üç gün kaldığını aktardı ve onu gözleyen bazılarına göre olduğu yerde öylece baygın bir şekilde ölü gibi yattı. Başka bir diğer büyük üstat semâda yirmi gün kaldığını aktardı, bir diğeri de kırk gün kaldığını ve o vakitte gördüğü her şey belleğine kazınmıştı.

Denir ki her bir sâlikin ruhu kendi makamına kadar yükselebilir ve peygamberlerin Mührü’nün ve Allah dostlarının ruhu ta Arş’a kadar çıkabilir. Tasavvuf ehlinden bazıları velâyeti (Allah dostluğu) nübüvvete (peygamberlik) üstün tutarlar. Bu bahsi Keşfü’l-hakâyık isimli kitabımızda yorumlayıp anlattık. Bu konuyu merak edenler bu kitabı okuyabilir. Bu ehle göre velâyet nübüvvetin bâtınıdır ve ilâhiyet de velâyetin bâtınıdır. Aydan ibaret olan nübüvvet yarıldığında, güneşten ibaret olan velâyet görünür. Aydan ibaret olan velâyet yarıldığında, güneşten ibaret olan ilâhiyet görünür olur. Nûn harfinin çizimi anlattıklarımın hatt yoluyla ifadesidir.

 

Allah’a şükür ve hamd olsun,

İki dünyanın efendisi!

*

Kaynak

*

*

*

 

Öne çıkan illüstrasyonlar hakkında bir not

Huzur Türkçe baskısından bir tasvir

 

*

*

Bu alıntı İbrahim Hakkı Erzurumi’nin Marifetname adlı eserinden alınmıştır. Burada sıradan duyuların ardında yatan manevi alemleri anlatılmaktadır. Daha derin alemler, hermetik kozmolojide anlaşıldığı üzere, göklerin ve onlara yukarıdan bakan Arş’ın altında gömülüdür. Birbiriyle birleşen daha ince alemler cennet, cehennem, aralarındaki yollar, kaldırımlar ve daha fazlasını içerir.

ÂLEM-İ LÂHUT LA HALA VELA MELA

1- Yerin altı

2- Arş-ı azam

3- Arşın taşıyıcılarının makamı

4- Arş-ı azamın sütunlarının sonu

5- Kürsünün sütunlarının sonu

6- Ceberût âlemi

7- Kürsü

8- Ruhlar âlemi

9- Melekler âlemi

10- İsrafil’in suru

11- Sidre-i münteha

12- Tuba ağacı

13- Kalem

14- Levh-i mahfuz

15- Liva-yı hamd (Hamd dağı)

16- Cennetin kapıları

17- Arafat suru (delilerin ve müşriklerin çocuklarının yeri)

18- Peygamber aleyhisselamın havuzu

19- Cennet yolu

20- Sırat köprüsü

21- Yokuş

22- Düzlük

23- İniş

24- Sırat köprüsünün sonu

25- Cehennem kapıları

26- Zakkum ağacı

27- Katran kazanı

28- Cehennemin tabakaları

29- Gayya kuyusu

30- Veyl Vadisi

31- Güneş

32- Liva-yı hamd

33- Mahşer yeri

34- Makam-ı Mahmud

35- Peygamberlerin minberleri

36- Alimlerin kürsüleri

37- Amellerin terazisi

38- Amel defterleri

39- Sırat köprüsü

***

Nesefi hakkında daha fazlası: https://islamansiklopedisi.org.tr/aziz-nesefi🌿Orijinal Farsça Metin: https://archive.org/details/InsanEKamil-AzizuddinNasafiFarsi/page/n5/mode/2up > 🌿 Ibrahim Hakkı Erzurumi hakkında daha fazlası: https://tr.wikipedia.org/wiki/Erzurumlu_%C4%B0brahim_Hakk%C4%B1
Azizüddin Nesefi – İnsan-ı Kamil Kitabında Bölüm 6: Adab-ı Halvet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.

TÜM HAKLAR SAKLIDIR VIA HYGEIA 2022