Bibliyoterapi
Aziz Mahmud Hüdayi ile Sohbet: Bir Şiir Seçkisi
Giriş, seçki ve yorumlar Emir Abdülkadir İnanç tarafından. Fotoğraf Beliz tarafından çekilmiştir.
*
Giriş
Hüdayinin şiirleri, Yunus Emre’nin “aşık” geleneğini sürdüren edebi yapılar olarak ele alınabilir (not 1); ancak bunun ötesinde, manevi rehberler veya yol ehli dervişler için manzum şeklinde yönlendirme ve öğütler olarak da ele alınabilirler. Bu şiirlerin ardındaki anlam kavramsal değil, deneyimseldir, dolayısıyla Hüdayi “yap, bak, algıla, anla” gibi ifadelerle okuyucuyu sürekli olarak eyleme geçmeye teşvik eder ve yönlendirir. Başka bir tonda, Hüdayi yüksek ruhani otoritelerden kendisine yol göstermelerini, ona kutsamalarını bahşetmeleri için içtenlikle yardım ister. Bu, eyleme geçmeye teşvik etmenin yanı sıra, tasavvufun bir başka önemli yönünü ortaya çıkarır: yapabildiğini yap, ama lütfa açık ol ki Yüce Yaratıcı sana dokunabilsin. Yunus Emre’nin dediği gibi “Hak nasip etmeyince, sen derviş olamazsın.” El-Hak (not 2) hakikati ve gerçekliği sembolize eden ilahi isimlerden biridir ve burada bu okyanustan bir damla olmadan, simyanın diliyle, Hayat İksir’in gerçekleşmeyeceği bir kez daha vurgulanmaktadır.
Şiirlerinde Zen benzeri birçok özellik vardır; şiirin anlamını kavradığınızı düşündüğünüz anda anlam değişir. Hüdayi’nin kastettiği “budur” demek çok zordur ve kişisel bir anlayış, anlam ve dönüşüm imkânı sunan da bu niteliksiz, bilinmeyen, belirsiz izlektir. Örneğin 145. şiir “Tahkîk eder tasdîkini .. imana ermek isteyen” diye başlar ve bu ifade “İmana ermek isteyen, inandıklarını sorgulamalı ve analiz etmelidir” diye anlaşılabilir ve sonuç olarak Hüdayi’nin zihinsel bir operasyondan bahsettiği düşünülebilir. Ancak yukarıda zikredilen el-Hak ilahi ismini göz önünde bulundurduğumuz takdirde durum böyle olmayacaktır. “Tahkîk” (not 3) Hak’tan türemiştir ve gelenekte sûfî itikadının felsefî analizinden ziyade hakikate erdirmek ve tezahür ettirmek anlamına daha yakındır. O halde gerçek kılmak ve tezahür ettirmek ne olabilir? Şiirin geri kalanı bu noktada akmaya başlar:
Şiir 145
Tahkîk eder tasdîkini
Îmâna ermek isteyen
Bulur hayât iklîmini
İrfâna ermek isteyen
Cânına çok cebr eylesin
Cismin ana kabr eylesin
Eyyûb-veş sabr eylesin
Dermâna ermek isteyen
Kullukda hoş zahmet çeker
Derd ü belâ mihnet çeker
Yûsuf gibi fürkat çeker
Ken’â’a ermek isteyen*
Cânın bu yolda hâk eder
Varlık hicâbın çâk eder
Kalbi sarayın pâk eder
Sultâna ermek isteyen
Geçip kamudan mutlakâ
Bulur fenâ-ender-fenâ
Bin kerre cân eyler fedâ
Cânâna ermek isteyen
Her kim dilerse bula yâr
Varlığını eyler nisâr
Cânın verir İsmâîl-var
Kurbâna ermek isteyen
Ol mecmau’l-bayreyn olur**
Mûsâ ile Hızır’ı bilir
Her katrede deryâ bulur
Ummâna ermek isteyen
* Bakınız Yunus Emre, Yusuf’u Kaybettim Kenan İlinde.
** “İki denizin birleştiği yer” anlamındadır. “Musa genç bir adamınan (Yuşa): ‘Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar seneler geçse de durmayacağım’ dedi” (Kehf 18/59) anlamındaki ayetteniktibastır. Tasavvufta “kabe kevseyn” mertebesidir.
*
Şiir 86
Ârif ol âyîne-i insâna bak
Anda aks-i Hazret-i Rahmân’a bak
Ko harâbât ehlinin vîrânlığın
Anda mûda’ kenz-i bî-payana bak*
Sûretinde Âdem’i halk eyleyen
Şibh ü misli olmayan Sultân’a bak**
Semme vechullâh’ı fehmi etdinse ger***
Şeş cihetten bî-cihet Cânân’a bak
Keşf olunca sırr-ı tahbîb-i Habîb
Terk-i gılmân et yeter vildâna bak****
Fürkat ehline yeter kıldın nazar
Aç gözün vâsıl olan yârâna bak
Geç Hüdâyî sûreti ma’nâyı gör
Katreyi ko lücce-i ummâna bak
* bi-payan: sonu olmayan.
** şibh ü misli olmayan; bir benzeri olmayan
*** “Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (zatı) oradadır” (el-Bakara 2/115) anlamındaki ayetten nakıs iktibastır.
**** Gılman, cennette hizmet eden delikanlı ya da genel anlamıyla genç çocuk; vildan ise anlam bakımından benzer olsa da, yeniden doğan, bu vesileyle genç olan olarak yorumlanabilir.
*
Şiir 175
Kudûmun rahmet ü zevk u safâdır ya Resûlallah
Zuhûrun derd-i uşşâka devâdır ya Resûlallah
Nebî idin daha Âdem dururken mâ’ ü tin içre*
İmâm-ı enbiyâ olsan revâdır yâ Resûlallah
Kemâli zümre-i kümmel senin nûrunla bulmuşdur
Vücûdun mahzar-ı tâmm-ı Hudâ’dır yâ Resûlallah
Seninle erdiler zâta dahı envâ-ı lezzâta
İşin erbâb-ı hâcâta atâdır yâ Resûlallah
Hüdâyi’ye şefâ’at kıl eğer zâhir eğer bâtın
Kapına intisâb etmiş gedâdır yâ Resûlallah
* “mâ’ ü tin içre” ifadesi Hz. Muhammed’e atfedilen “Adem su ile toprak arasındayken ben nebi (peygamber) idim” sözüne itafendir; mâ’ ü tin, su ve toprak manasındadır.
Kani karaca tarafından seslendirişi için tıklayınız.
*
Notlar
1) Aşık, Türkçe’de “sevgili, seven” anlamına gelir. Dünyevi aşktan çok ilahi aşkı temsil eder; ancak aşık bir münzevi değildir. İlahi aşkı sazla, sözle ve diyalog vesilesiyle hissetirirler. Bu gelenek, birçok etnik ve dini kimliğin ilahi aşkın ortak paydasında bir araya geldiği, Anadolu kültürünün harikalarından biridir. Örneğin Mehmet Bayrak’ın Alevi-Bektaşi Edebiyatında Ermeni Aşıkları adlı kitabına bakınız.
2) Meyer ve çalışma arkadaşları Gönül Hekimleri adlı kitaplarındaki ya Hak (ya bir yakarış olarak) isimli bölümde şöyle yazmaktadır:
İbn Arabi, ünlü eseri Füsusu’l-Hikem’de, sürekli olarak “Allah” yerine Hakk kelimesini kullanış ve böylece araştırmacıları çılgına döndürmüştür. Neden bunun yerine Allah demiyor? Kendisi, bu en bilinen kitabında Allahtan pek az bahseder. Kitap, tamamen Hakk ile ilgilidir. Hakk şunu yapar; Hakk bunu yapar. Neden bu şekilde yazmayı tercih ettigi çok ilginç bir sorudur.
Bunun bir açıklaması, “Allah” isminin her türlü nitelendirmenin ötesinde, her şeyi kuşatan, nihai ilahi isim olmasıdır. İnsan olarak bizler onu doğrudan değil, bedenlendiğimiz bu dünyadaki deneyimlerimiz ve hayal gücümüz aracılığıyla dolaylı olarak tecrübe ederiz. Öte yandan, ilahi isim, el-Hakk, nihai olarak bilinemez olanın tecelli yoluyla nasıl bilinebilir hale geldiğini anlatır ve bilinmez ve bilinir arasında köprü kurarak bir geçiş teşkil eder. Füsusu’l-Hikem’in R.W.J Austin tarafından Bezels of Wisdom olarak çevrilen İngilizce versiyonunda, ilahi isim Hak, Gerçeklik (Reality) olarak çevrilmiştir ve tüm kitap peygamberlerin gerçekliği aracılığıyla el-Hak’ın bir açılımı olarak ele alınabilir. Adem hakkındaki açılış bölümünden şu alıntıyı düşünün, Türkçe çeviri M. Nuri Gençosman tarafından:
Bir şeyin kendi benliğini kendi nefsiyle görmesi, o şeyin meselâ ayna gibi başka bir şeyde kendi nefsini seyretmesine benzemez. Çünkü kendisine bakılan mahallin verdiği surette bakanın kendi nefsi görünür. Böyle bir mahal olmasaydı ve Allah’ın ona tecellisi bulunmasaydı kendisine bir suret görünmezdi. Halbuki Yüce Allah bütün âlemi ruhsuz bir ceset olarak yaratmıştı. Bu itibarla âlem henüz tesviye edilmemiş donuk ve cilâsız bir ayna gibi idi. Allah hikmetinin şanı ise herhangi bir mahalli ancak rahmâni nefes denilen ilâhî ruhu kabul edebilecek bir istidatta tesviye etmektir. Bu da bitmez, tükenmez daimî tecelli feyzinin kabulü için tesviye olunan bu surette istidat hâsıl olmasıdır. Şimdi bir kabil [Şekil ve suret kabul eden varlık] kaldı ki, o da ancak feyz-i akdesten gelmektedir. Böyle olunca her emrin başlangıcı da sonu da ondandır. Bütün varlık ondan başladığı gibi yine ona döner. Emir, âlem denilen aynanın cilâlanmasını gerekli kıldı. Bundan dolayı Âdem bu aynanın cilâsı ve bu suretin ruhu oldu.
Kendi içinde bilinemez olan El-Hak, evrenin aynasında kendini açıklar ve mevcut kılar. Farklılaşmamış ayna birincil balçıkla, yani simyadaki prima materia ile karşılaştırılabilir; XVIIII. numaralı Ay arkanasında bu durum henüz bütünüyle varlık dairesinde kendini göstermemiş ve henüz olgunlaşmamış ancak; nasıl embriyoda bir evren saklıysa, her şeyin özü olan dişil, su temelli bir birlik olarak görülebilir. Merkez ya da aynanın özü İnsanlıktır:
İşte sözü geçen bu mahlûka “insan” ve “halife” adı verildi. Bu isimle anılmasının sebebi ise yaratılışındaki topluluktan ve hakikatlerin bütününü inhisarı altına almasından dolayıdır. İnsan, Allah katında bakan bir gözdeki göz bebeği gibidir ve görmek sıfatı ile tâbir edilmiş olan mahlûk odur. İşte bundan dolayı ona insan denildi. Çünkü Allah, mahlûklarına insan ile nazar kıldı ve onlara rahmet eyledi. Şu halde o ezelî olan insan, (şekliyle) hâdis, zuhur ve neş’eti bakımından ebedî ve daimîdir. O iki ciheti birleştiren ayırıcı bir varlıktır. [yani ezel ve ebedî yönlerini onun vücudu birleştirmiştir.] Âlem onun vücuduyla tamam oldu. Bu itibarla o âleme nazaran yüzüğün kaşı gibidir. O, padişahın hazineleri üzerine vurduğu mührün nakşine mahal oldu. Bundan dolayı ona “halife” adı verildi. Mühür hazineleri koruduğu gibi Allah mahlûklarını da o “halife” korur.
Emir Abdülkadir el-Cezayiri de Allah’ın Aynası’ndan bahseder ve aynayı başka bir isimle adlandırır: Hakikat-i Muhammedi. Bu önemli bir husustur çünkü 175. şiirde göreceğiniz gibi Hüdayi’nin asli doğasını ya da gelenekteki ismiyle fıtratını uyandırmak için yaptığı duanın temelini oluşturur.
3) Tasavvufta “tahkik” sözcüğünün anlamı, “analiz etmek “ten ziyade “Gerçekleştirmek, deneyimlemek” anlamına gelmektedir, bkz. Chittick.
***
Bir yanıt yazın