Bibliyoterapi
Lütuf, Lütfsuzluk, Ritim: İnsan hayatında ahenk ve güzelliğin önemi hakkında
Dans Eden Dört Müz
Zoan Andrea
*
Platon’un Devlet’i pek çok şey olarak değerlendirilebilir, bizce en önemlisi gerçek ve hakikat arasındaki ilişkiyi araştıran leziz bir metafor teşkil etmesidir. Siyasi amaç ve emellerinin yanı sıra, Antik Yunan geleneğinden seçilmiş epistemolojik unsurları bir araya getiren benzersiz bir bir felsefi anlayış ortaya koyar. Bu parça, Sokrates ve Glaucon’un kurdukları Politiea veya Cumhuriyet’in eğitimsel temellerini ortaya koydukları III. Kitaptan alınmıştır. Kentin koruyucuları olarak adlandırılan muhafızlar için şiir, ritim ve makamdan oluşan bir müzik eğitimine sahip olmak, muhafızların yurttaşlarına özen ve sevecenlikle yaklaşmaları ve herkesi yutan vahşi hayvanlar haline gelmemeleri için disiplin edici sıkı bir fiziksel eğitim almak kadar önemlidir.
Çevirmen: Emir Abdülkadir İnanç
**
Sokrates: Ayırt edebiliyorsun değil mi [Glaukon], lütuf ya da lütufsuzluk, ritmin yahut usulün iyi yahut kötü olmasına bağlıdır.
Glaukon: Elbette
Sokrates: Az önce söylediğimiz gibi usul ve makam sözlere uymalı, ancak tersi olmamalı. Öyleyse usulün güzeli latif sözlere uyar ve onlarla benzeşir; lakin, bozuk usul kaba ve hoyrat kelimelere uyar ve onlarla benzeşir. Ahenk ve ahenksizlik içinde durum böyledir.
Glaukon: Doğrusunu söylemek gerekirse usul, makam ve ahenk sözlere uymalıdır.
Sokrates: Peki ya sözlerin içeriği ve tarzı hakkında ne söyleyebiliriz? Bunlar konuşanın kişinin gönlüne uymaz mı?
Glaukon: Tabiki
Sokrates: O zaman sözler gönüle, geri kalan her şey de sözlere uyar.
Glaukon: Evet
Sokrates: Öyleyse latif söz, ahenk, usul ve letafet içten gelenin sadeliğiyle – burada çöreğin sadesi gibi bazı özelliklerden yoksun yahut sıradan anlamında sadeliği kastetmiyorum- uyuşmaz mı? Özellikle de burada sadeliği içten geleni, kendinden üstün bir zekaya tabi olarak, O’nun* planına göre ifade eden bir mizacın iyiliği ve inceliği olarak düşlersek?
Glaukon: Hakiaten de öyle.
Sokrates: Eğer gençlerimiz kendilerini var edeceklerse anlattığımız şekilde kendi gönüllerine ve oradan gelecek sadeliğe meyletmeleri gerekmez mi?
Glaukon: Kesinlikle böyle olmalı.
Sokrates: Şimdik, ona benzeyen tüm diğer mesleklerde olduğu gibi, resmetme bu nevi özelliklerle dolu bir sanat dalıdır. Bir düşün örgü örme, “tezhip”*, mimari gibi benliğimizi ortaya güzellikle koyan tüm sanat ve pratikler resim sanatıyla benzeşirler. Büyüyen, gelişen ve böylelikle canlılık belirtisi gösteren her şey gibi bedenimiz tüm bu sanat, nizam ve sadeliğin tezahürüyle doludur. Ancak her şeyde olduğu gibi burada da lütuf ve lütufsuzluk söz konusudur. Lütufsuzluk, kabalık, bozuk usül ve uyumsuz bir birliktelik kendini bilmez kelimelere ve batık bir mizaca işaret ederken, tersi durumdaki bir gönül kendini iyi ve ince bir mizaç olarak ortaya ölçüyle koyar.
Glaukon: Kesinlikle
Sokrates: O zaman aralarında abartı, gösteriş ve süs takıntısı olan şairleri gözetleyeceğiz ve onları sade bir gönle uygun, güzel karakterler betimlemeye mecbur bırakacağız, eğer kendi sanatlarını doğru ve güzelin ötesindeki işve ve oyunlarla bezemek isterlerse de bunu aramızda yapmalarına izin verecek miyiz? Ya da diğer sanatlar ve pratisyenlere de, ki ister bunlar ressam, mimar, yahut başka bir sanatkar olsun – bu şekilde davranmalarını, mizacı kaba, saldırgan, usulsüz ve letafetten uzak bir kimseyi betimlememelerini emretmeyecek miyiz? Bu yönergeleri izlemeyenlerin şehrimizin muhafızlarını, faydasız kuru otların yetiştiği, berekten yoksun bir çayır gibi yozlaşmaya esir edip muhafızlarımızın farkında olmadan gönüllerinde kötülüğü biriktirmesine izin verecek miyiz? Ya da içlerindeki özgün tabiata uygun olarak incelik, güzellik, letafet sahibi usta ve sanatkarları mı arayıp bulacağız ki gençlerimiz onların ürettikleri sanat eserlerinin bulunduğu sağlıklı bir ortamda tüm bunlardan fayda görecek ve neticesinde bu eserlerden bir kıvılcım yahut tını sağlıklı bir yerden esenlikle gelen bir sabah rüzgarı gibi gözlerine ve kulaklarına etki edip gençlerimizi çocukluktan itibaren insani ortak paydayı aramaya, arkadaşlığa, dostluğa, uyuma ve gönlün güzelliğine mi götürecek?
Glaukon: İkinci bahsettiğin onlar için en iyi eğitim ve tedrisat olur.
Sokrates: İşte tam da bu sebeplerden musiki ve şiir eğitimi en önemli eğitim değil mi? Zira, birinci olarak usul ve ahenk gönlün en derin kısmına her şeyden fazla nüfuz eder ve bu sanatların tesiri öylesine kuvvetlidir ki dokundukları gönlün letafet haline bürünmesine destek olurlar. Böylece yerinde bir şiir ve musiki eğitimi gören birisi letafet sahibi olur; ancak, böyle olmazsa tersi durum gerçekleşir. İkinci olarak iyi bir şiir ve musiki eğitimi gören herhangi biri duyularına temas eden şeyde bir eksiklik olup olmadığını ve o şeyin güzellikle yapılıp yapılmadığını ya da doğal olup olmadığını keskin bir şekilde hissedebilir. Hak etmeyen şeyi hoşnutsuzlukla, hak eden şeyi methedip zevkle karşılar ve böylelikle süzgecinden geçirdiği şeyleri içine aldığında onlarla beslenir ve onlar gibi iyi, güzel ve ince olur. Eğitimi sebebiyle tam olarak neden olduğunu anlayamasa da utanç duyulacak şeylere karşı sinirlenir ve itiraz eder. İğretisinin esas sebebini ve kaynağını gördüğündeyse kendine olan yakınlığı sayesinde onun farkına kolaylıka varır ve onu idrak eder.
Glaukon: Bu söylediklerine katılıyorum Sokrates.
Sonrasöz
Platon, müzik ve sanatta gerçek bir eğitim almış bir kişinin “eğitimi sebebiyle tam olarak neden olduğunu anlayamasa da utanç duyulacak şeylere karşı” sinirlenip itiraz edeceğini ve “iğretisinin esas sebebini ve kaynağını gördüğündeyse kendine olan yakınlığı sayesinde onun farkına” kolaylıka varacağını ve idrak edeceğini söylerken, sanatın ruhu besleyen önemli bir yönünü ortaya koymaktadır. Bu yönünü VII. Kitap 525a’da aritmetiğin önemini tartışırken vurgular: “Gözler ya da başka bir duyu, tekliği olduğu gibi görürse, bu bizi varlığın özüne götüremez. Demin örnek aldığımız parmağın götüremediği gibi… Ama, teklikte herhangi bir çelişme olur da, çokluk gibi görünecek olursa, bir yargıca başvurmamız gerekir. O zaman ruh, ister istemez duraksar… Düşünceyi dürtükleyip uyandırır, araştırmalar yapmak zorunda kalır. Tekliğin ne olabileceğini kendi kendine sorar. Bu tekliği kavrama çabası, ruhu, varlığın özüyle karşı karşıya getirir”** (çeviri: Sabahattin Eyüboğlu, M. Ali Cimcöz) Bu ifade bir bakıma diyaloğun tümüne gönderme yapmaktadır. Thrasymacus’un adaletin güçlü olanın avantajı olduğuna dair argümanlarına karşı Glaucon ve Adeimantus, Sokrates’i adaletin kendi iyiliği için arzulanan bir erdem olduğunu gösterecek bir argüman inşa etmeye zorlar. Bunun üzerine Sokrates adaletin göze çarpacağı metaforik bir şehir inşa etmeye karar verir. Eğer Thrasymacus adalete karşı böyle bir duruş sergilemiş olmasaydı, bu kitabın ruhu olan Sokrates belki de Adalet’i olduğu gibi araştırmaya girişmeyecekti. Platon imge kurucuları, yani sanatçıları sıkı bir şekilde gözetim altında tutuyor ve onların yarattıklarından süphe duyuyuor gibi görünse de, esasında bizi sanatı baskı altında tutmak yerine içimize kabul ettiğimiz imgeleri, kendisininki de dahil olmak üzere, sorgulamaya çağırıyor olabilir. Zira kendisi bir şehir devlet suretinde Adalet imgesini inşa ederek büyük bir edebi sanatçı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hygeia Çevirmen Notları
*Tezhip: eski konaklarda tavanlarda yapılan yahut camiilerde ve kilimlerde çeşitli geometrik desenler üzerine yapılan çiçekimsi süslemeler.
**Teklik yerine Birlik kelimesini koyup sonrasözü okumayı da tavsiye ederim. Birlik varolanların birliği vahdet-i vücud, teklikse tüm varolanların yek vücud olması. Sunduğum iki perspektifi netleştirmek adına:
1) varolanların birliği ya da varolanların birbirine gizemli bir örgüyle örülü olması; birlik olalım manasında birlik.
2) bu birbirine bağlı olma pek çok yansıma ve perspektif olsa da tek bir aynaya delalet edet; yani birlikte teklik. Ayna üzerine Emir Abdelkader el-Cezayiri’yi okuyabilirsiniz.
Teşekkür
Sevgili Süleyman Erguner’e katkı ve yorumlarından dolayı teşekkürü borç bilirim.
Bir yanıt yazın