Skip to main content
Bibliyoterapi

İnsanın Aslı ve Mevlana

Kapak resmi: Veli’m, Beliz Demircioğlu İnanç

*

Kökleri derin ve itibari yüksek Kadiri tarikatına ait görüş ve inançların özü bu yazıda görülebilir. Eşim Beliz, sevgili Pir’lerinin huzurunda yeşeren bir ortamda dünyaya geldi. Banaysa dedeme ait olan Abdülkadir ismini annem verdi. Dedemin dedesi İlyas bir Kadiri şeyhiydi ve dedem Abdülkadir ismini Abdülkadir Geylani’den ötürü almıştı. Görünüşe göre yaşamın da kendine göre bir matematiği var. Yazıdaki metni ve resimleri dijitalleştirdim ve düzenledim, Beliz de deneyiminden ufak bir ışıltıyla beraber Pir’inin sembolik bir temsilini paylaştı.

Özetle bu yazı, insanın ilâhi alemlerden dünyaya inişini ve tekrar ilâhi aleme dönüş yolculuğunu tasavvufi bir bakış açısıyla anlatmaktadır. İnsanın bu dünyadaki asıl amacı, kalbinde Allah’ın sesini duymak ve O’nunla ebedi hayata kavuşmaktır. Bu amaca ulaşabilmek için fiziksel ölümden önce “ölmeden önce ölmek” gerekir, yani cahilâne ve nefsani arzulardan arınıp ilâhi ahlakla donanmak şarttır. Cenab-ı Hak’kın doksan dokuz esma-i hüsnası vardır ve her bir Kur’an ayeti bu esmalar ışığında farklı manalar taşır. Kozmik hiyerarşide Allah, ruh-u ilâhi (muhiti nur-i Muhammed), meleki nurlar ve insani ruhlar bulunur; burada ruh-u ilâhi, Allah ile yaratılış arasında aracı konumundadır. Hz. Mevlânâ Celâleddin Rumi, Abdülkadir Geylâni ve Ahmet Süreyya Emin gibi büyük veliler, ruh-u ilâhi ile zinde olarak ilâhi hakikatlere erişmiş ve başkalarına da bu yolda rehberlik etmişlerdir.

Hem Mehmed Ali Özkardeş hem de velisi Hz. Ahmet Süreyya Emin birer mucittir. Hz. Süreyya 1848’de bir seri atışlı top icat edip ona vücut vermiş, M. Ali Özkardeş ise gördüğü bir aslından esinlenerek kendi teleprinter modelini inşa etmiştir. Vikipedi’de:

Türkiye’de de Mehmed Ali Özkardeş isimli bir Türk Telgrafçısı 1935 senesinde Teleprinter (alıcı ve verici telgraf makinesi) cihazı geliştirmiş ve 1952 senesinde açılan bir sergide teşhir etmiştir. Telgraf fabrikası müdürü olan İstanbul Fen baş müfettişliğinden 1953 senesinde emekli olan Mehmed Ali Özkardeş’in 1935 senesinde bizzat kendi gayretleri ile tamâmen yerli malzeme ve yerli işçilik kullanılarak icat edilen ve ustabaşı İbrahim Özkural tarafından meydana getirilen bu cihaz 1981 senesinde Vedad Karabol tarafından Ankara’daki Müze’de sergilenmesi ön koşulu ile Baş müdür Ruhi Özer ve Baş müdür Yusuf Çetiner’e bedelsiz olarak teslim edilmiştir. Cihaz Bugün İstanbul Sirkeci’de PTT müzesinde sergilenmektedir.(bkz: teleprinter vikipedi)

Bu icat, ilginç bir şekilde bu kitapçıkta açıklanan öğretinin içeriğini yansıtmaktadır. Teleprinter, askeri bir iletişim cihazı olarak iki taraf arasında noktadan noktaya güvenli iletişimi sağlarken, Nur-u Muhammedi, yahut ilahi ruh, bunu kozmolojik düzeyde yapmaktadır. Nur-u Muhammedi’nin yeri, bir anlamda ruhun teleprinter’ı, insan kalbidir. Kalbin dokusunu tadabilmek adına sizi Beliz’in yazı ve çizmine devrediyorum.

*

Kimi Veli’ler sırlıdır, gündüz vakti gökyüzündeki yıldızlar gibi… Kimi Veli’lerse apaçık…
Kimisi geniş kitlelere haykırır: “Senin görevin aşkı aramak değil, sadece içindeki tüm engelleri bulup onlardan kurtulmaktır” diye. Kimiyse küçük bir toplulukla paylaşır ‘herşeyin sevgi üzerine kurulduğunu’…
Ben Veli’mi çocukken tanıdım. Pek çok şey hatırlarım ona dair çocukluğumdan, ama en çok gözlerini…
Bakışmamızı…
Bakışları bir deryaydı- aynı anda hem kendi içine hem de benim içime uzanan…
Bakışları bir deryaydı- içimde ilahi aşkı körükleyen…
2024 yazında Hakk’ın rahmetine kavuştu. Gözlerimi kapatmadan bile hatırlarım bakışını, hasreti derindir gönlümde…
Pir Abdülkadir Geylani’nin, Hz. Ahmet Süreyya Emin’in, Hz. Mehmet Ali Özkardeş’in evladıdır. Ben de onun.
Vefatının sonrasında kendisinin şeyhinin bu eseri geçti elime, hiç beklenmedik bir yerde.
Bilerek ya da bilmeyerek arayışı içinde olan başkalarına da kavuşması temennisiyle…

*

Pirim

*

DOĞUMDAN ÖLÜME VE ÖTESİ

Her insanın bu dünyaya doğuşu demek, ilâhi alemden esfeli safilin olan bu dünya alemine gelinceye kadar ilâhi, meleki, ve ruhâni alemlerin git gide mütekâsif teşekküllerini seyretmiş ve kozmik âlemin Arş ve Kürsi gibi lâtif âlemlerinden git gide mütekâsif teşekküllerine geçen ecsam âlemlerinin her çeşidini dolaşmış ve bu seyr ve dolaşmalarda ilâhi esmanın nicelerinin pek farklı terbiyelerinde kalmış ve bu görünüşünde evvelce geçirdiği edvarı ve aldığı bilgileri unutmuş bir durumda iken «ben neyim, neye dünyaya geldim, nereden geldim, nereye seferim var?» suallerini kendisine irad edecek kadar muhakeme hali kendisinde daha çocukluğunda beliriyorsa en vergili ve uyanık peygamberliğe veya birinci sınıf veliliğe namzed bir ruha sahip olduğuna şüphe yoktur.

Üstadım Hz. Süreyya dört yaşlarından itibaren mevhum Allaha tapmadıklarını ve asıllarının Allah olduğunu bildiklerini ifade ederdi.
O halde vergili, uyanık insani ruh odurki aslı olan Allah-ı, diğer deyişle aslının Allah olduğunu düşünen ve anlayan ve çocukluğu çağında bile: ben yoktan var olmadım.. var olan muktedir bir Padişahın varlığındanım. O Padişah vücut ve kuvvetleri ile beni teşkil etti. Bende vücut ve kuvvet itibariyle neler sızmış görünüyorsa, hepsi bilasale hakiki var olan Padişaha aittir, bunların hepsi bende ariyettir. O Padişahla ancak varlık şemmesi tadabiliyorum noktalarını düşünebilen ruh, insanî ruhtur.

— 3 —

O halde bir insan için, bu dünyada görünmesinden murad, aslı olan Allahı ile buluşması ve onunla hay-yi ebed sahibi olması devletine erişmesinden ibarettir. Bu murada eren için ölüm olmaz. Görülen tabii meyt, ruhun unsuru ten libasını terkedüp, ilâhi âleme rucuu ve latif ilâhi âlem içre seyr ve safada kalmasından ibarettir. Eğer insani ruh ten teşekkülünü kendi ruh mertebesine yükseltmiş ise-mazhar olduğu ilâhi feyizler sayesinde-cismi maarruh olarak bu seyr ve safa cereyan eder. Fakat bu ulvi mazhariyet için insani ruhun ihtiyariyle ölmesi ve tabii mevtten önce ilâhi ruhla dirilmiş olması şarttır.

BİRİNCİ BÖLÜM

YARATICI VE YAŞATICI OLAN HZ. ALLAH

Hazreti Allah Kur’anı keriminde zatı pakini doksan dokuz esma-i hüsnası il tanıtmış ve bilgi vermiştir. Hazreti Allah vacibülvücuttur. Görünen vücuda mümkün vücut denir; yani Hz. Allah varlığı ile bu mümkün vücudu teşkil edip göstermiştir. Dilerse yine görünmez vücut şekline koyabilir. Yalnız yarattığı bir şey’i hikmetiyle var edüp göstermiş ve ona vücut şemmesi tattırmıştır. Böylece vücut şemmesi tadan bir mahluku şekilden şekle koyabileceğini ona ispat etmekte ve isterse ona hayat tadtırmakta, isterse ölüm tadtırmakta ve ilâhi hükmünde daima kulun mahkum bulunduğunu bilfiil ispat eylemektedir. Cenab-ı Hak Kur’anı keriminde Zât-ı Pakini doksan dokuz esma-i hüsnasıyla tanıttırdığından Kur’anı kerimdeki her ayetin bu doksan dokuz esma-i hüsnaya nazaran mânalandırılması hali vardır ki her ayete bir iki mâna üstünde mânalar verecek âlim nerede? O halde doksan dokuz esma-ı ilâhiyenin cevheri esrarına sahibiyet’in ne kadar müşkül bir şey olduğu bu bir kaç kelime ile derhal anlaşılabilir. Allâhın ilâhi hakikatlerini – (yani esması, sıfatı ve zâtı hakkındaki hakiki bilgileri) Kur’an ile bilmek mümkün olur ki bunun mânası da natık Kur’an olan

— 4 —

ve kâinatta umumi resul bulunan muhiti nur-i Muhammedin kalpte mürebbi olarak öğretmesi hususundan ibarettir. Demek ki kalpte muhiti nur-ı Muhammed ki- ona ruhurruh, ruh-i izafi ve ruh-i ilâhi isimleri de verilir mürebbi olmadıkça Allahın ilâhi hakikatlerini hakkelyakın bilmeğe imkân yoktur. Bu da Kur’anda Cenab-ı Hakkın buyurduğu şu: «Cenab-ı Hak insana kalemle öğretti, insana bilmediğini öğretti» sırrı celili de bir az evvel söylenen hakikatten ibaret olduğu anlaşılmalıdır. Yani bu ayetteki «kalem» ruh-i izafiye işarettir.

Birinci Kısım

ALLAHIN MARİFET YOLLARINDA NAKLİ VE AKLI BİLGİNİN MAHİYETİ VE KIYMETİ

Marifeti Hak nedir? Bu bilinirse ilâhi marifet yollarında bilginin ne demek olduğu anlaşılır:

Marifet-i Hak diye Cenab-ı Hakkın kalpte «kelâm» sıfatı ile tecelli etmesi ve bu tecellide ilâhi esmasına, sıfâtına ve zâtına ait bilgileri vermesinden ibarettir. Bu tecelliye hakkelyakın mazhar olan marifet-i Hakka yakın sahiptir. Hz. Muhammedden sonra İmam-ı Ali… Abdülkadir Ceylâni…. Mevlânâ Celâleddin Rumi…. Ahmet Süreyya Emin…. hakkalyakın marifet-i ilâhiyeye sahiptirler. O halde marifet-i Hak nazari bilgi ile elde edilebilir bir keyfiyet aslâ değildir. Marifet-i Hak için nazari bilgiye sahibiyet mümkün olur ki, ilmleyakın mertebesidir. Bu da Cenab-ı Hakkın «kelâm» sıfatı tecellisine mazhar düşmüş bir peygamber veya birinci sınıf bir veliyyullahın kalbinde duyacağı Hakkın ilâhi esmasına sıfatı ve zâtına ait bilgiyi lisana getirmesi suretiyle indirdiği ilâhi beyana mutalli olmaktan ibarettir, denilse yerinde bir söyleniş olur. Elbette bu bilgi doğrudur ve ilâhi hüccet olarak edinilip, muta’ tutulup bilinecek nakli ve akli bilgi de bundan ibarettir.

— 5 —

Nakli bilgi peygamber ve velilerden duyulan ve söylenen bilgilerdir. Akli bilgi de söylenen bilginin aklın kabul edeceği bir şekli ve mahiyeti arz etmesi şartına vabestedir. Şu kadar ki Hakkın «kelâm» sıfatı tecellisine mazhar düşmüş bir insani ruhun ilâhi hitab esnasında duyduğu zevk ve yakınlık neden ibarettir, keyfiyeti nazari bilgide olana meçhul ve ebediyyen meçhul kalacaktır. Bundan dolayı akli ve nakli bilginin üstünü olan Hakkın «kelâm» sıfatı ile tecellisine mazhariyet her kul için mümkün olabilen bir husus olmadığından, nakli ve akli mertebelerde bilgi edinmek elbette ki her kulun borcu olmuş olur. Yani her kulun nakli ve akli bilgi ile Hakkın marifetinden haberdar olması ihtiyacı vardır ve bu ihtiyacı kat’i ve zaruridir, bundan dolayı da elbette ki kıymetlidir.» Bilenle bilmeyen ve aydınlıkla zulmet müsâvi değildir» şeklindeki Kur’an beyanı da bu ince noktaya işarettir.

İkinci Kısım

İLÂHİ BİLGİLERİN MENŞE’İ, İLÂHİ MÜKÂLEME VE İLHAMLAR

İlâhi bilgilerin menşe’leri daima Haktan insan kalplerine inen ilhamlara dayanır. Bilgi kaynağı bilgi sahibi olan Cenab-ı Haktır. Cenab-ı Haktan kul kalplerine ilham suretiyle bilgi inmektedir. İlhamların ilâhi, meleki, nefsani ve şeytani diye taksim edilmeleri ve bu isimlerle fark ve temyiz edilmeleri icabeder.

İlâhi ilham odur ki kalpte belirdiğinde Cenab-ı Hak o ilhamı-ki mükâleme muntazaman kalbe iner-hangi ilâhi ismi ile kulunun kalbine indirmiş ise o ilâhi ismini söyleyerek indirir. Meselâ hangi kalbe mükâleme şeklinde şu ilham inse «Hak Tealayım, seninle beraberim, seninle konuşuyorum» beyanından sonra «Esselâm konuştu» sarahati ile bu beyan teyid edilirse o kul ilâhi mükâlemeye mazhar olduğunu fi’len bilmiş ve tanımış olur.

— 6 —

Meleki ilhamlarda ise, inen beyanın Hakkın hangi ilâhi ismiyle inmiş olduğu kul kalbinde tasrih edilmez, gizli kalır. Meselâ bir kul fenalık yapacağı sırada «yapma» diye bir ilham alsa ve ilhamın tesirinde muti kalsa bu ilham melekidir, Rabbani değildir. Rabbani olsa «yapma» ilhamından sonra «Esselâm konuştu» hitabına mazhariyet zuhur eder. Meleki ilhamlar Kur’an ve peygamber sözlerine uygundur. Nefsâni ilhamlar ise Kur’an ve peygamber sözlerine aslâ uygun değildir. Şeytani ilhamlar ise sinsidir. Suret-i Haktan görünür, zehiri gizli kalır. Meselâ namaz kılmayan bir kulda «namaz kıl» ilhamı zuhur etse ve kul numaza başlasa ve namaz içinde» gördün ya evvelce namaz kılmıyordun, şimdi ne kadar güzel oldun, namaz kılmayanlardan ne kadar ileri ve hayırlı oldun» ilhamı zuhur etse «namaz kıl» ilhamının gizlediği şeytani zehir meydana çıkmış olur. Çünkü bir kulun kendisini diğer kullardan hayırlısı görmeğe başlaması şeytani bir sıfattır. Çünkü şeytan da «ben ademden daha hayırlıyım» kelâmını söylemiştir. Bir kul namaz kıldığı zaman, başkaları da kılıyormu veya kılmıyormu diye düşünmemeli ve böylece de gurura düşmemelidir. Çünkü namaz kılmak her kul için ilâhi bir emirdir.

Üçüncü Kısım

ALLAHIN ESMASI, SIFATI VE ZATI

Cenab-ı Hak vücut sahibidir. Zat-yani vücudi- olmasa bu kâinattaki eşya ve mahlukat nasıl vücut bulabilirdi? Cenab-ı Hakkın vücudu vaciptir. Eşya ve mahlukattan hiç bir şey vacibülvücut olma feyzini tadamaz. Çünkü Cenab-ı Hak bu feyzi sunmamıştır. Sunmadığından hâdis olma halleri devamdadır. Yâni mümkün vücut dairesi dahilinde kalırlar.

Cenab-ı Hakkın vacibülvücut alemine ait zuhur yapmamış esması da vardır. Zira o esmanın zuhurunu anlamak vacibülvücut olma feyzine sahipiyet’le olur ki bu vecibülvü-

— 7 —

cut olma feyzini Cenab-ı Hak kullarına sunmadığından o esma-yi mümteniası sicin-i zatte ebediyyen gizli kalıp zuhur yapmamışlardır. Cenab-ı Hak vacibülvücut olma feyzini sunmaz demek Allah, Allahlığını yarattığı kullarına vermez demektedir. Bütün mahlukati – enbiya ve evliya dahil – vücut ve kuvvette daima Cenab-ı Hakka muhtaçtırlar. «Entümül fukara, yani sizler fakirsiniz» hitab-ı ilâhisi içredirler.

Allahın sıfâtı demek, Allahın kuvvetleri demektir. Bunlar Hakla kaim olan manalar demektir. Meselâ, çakmak taşında ateş bilkuvve mevcuttur. Çakmak taşında görünmeyen ateş, çakmağın bir sıfatı gibi düşünülmelidir. Fakat ne zaman çakmak taşındaki bu sıfat ateş şeklinde belirirse gizli sıfat bir isim alır ve çakmağın bir kuvveti olarak ateş denir. Onun gibi, görme ve işitme kuvvetleri varlığın her bir noktasında mevcutturlar. Bunlar gizli hallerinde Cenab-ı Hakkın sıfâtıdırlar ve ne vakit bunların görme ve işitme eserleri göz ve kulaklarımızdan belirseler, isim alırlar. Yani gözlerimizden görmek ve kulaklarımızdan işitmek kuvvetlerine malikiz diyebiliriz. Yani Cenab-ı Hakkın görücü ve işitici ilâhi isimlerinin feyzlerinden vergili olmuş oluruz. O halde Cenab-ı Hakkın sıfâtından ve esmasından Cenab-ı Hakkın kuvvetlerni ve bu kuvvetlere ait ve muhtaç bulunduğumuz ilâhi feyizleri anlamamız gerekmektedir.

İslâm aleminde zuhur etmiş Niyazi Mısrî isminde bir veli buyurur:

Cenab-ı Hakkın esması (isimleri) yaradılmış bütün eşyadan görünür ve bütün isimlerden de daima Cenab-ı Hak görünür. Meselâ gözlerimizden Cenab-ı Hakkın görücü isminin feyizleri görünür ve görücü isminden de bizzat Zatı mütecellîdir. (hakikat itibariyle)

Kendi kalbinde ruh-i izafinin tecellisine mazhar olan insan, esmasiyle mütecelli olanın Cenab-ı Hak olduğunu bilir ve esmaya nazarı olmayıp esmanın sahibi olan Cenab-ı Hakka bakar ve Onun mütecelli olduğunu hakkelyakın bilir ve Hakkın isimleri ile mahcubiyeti olmaz, yani daima müsemma olan Cenab-ı Hakka nazır ve bilgili olur. Şurasının da akla

— 8 —

gelmiş iken ilâve edilmesi muvafık görülmüştür. Cenab-ı Hak noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarıyla muttasıftır. Ezeli ve ebedî olarak isimlerine zam ve tarh yoktur. Cenab-ı Hak ezelîdir demek evveli olamayan bir evvel sahibidir. Ebedîdir demek ahırı olmayan bir ahır sahibidir. Her an ezeli ve ebedî olarak ayni kemalâta sahip bir Padişahtır, anı Daimdir. Uyuma, gaflet etme, yanılma… gibi noksan sıfatlardan münezzehtir. Yemek, içmek, doğmak ve doğurmak, zevce, oğul, evlât ittihaz etmek gibi kullar için görülen hallerden de münezzehtir. Zâtı zatına kâfi olan yaratıcı, muktedir ve bilici bir Padişahtır. Uluhiyeti bölünmez (taksim edilüp hisselere ayrılmaz) ve Uluhiyetinden hisseler almak yoktur. Şeriki ve naziri yoktur, yani hissedarları yoktur. Karanlıkta ve aydınlıkta görmesi birdir. Kâinatı görünür vücut dalgaları şekline getirmesi veya gizli vücut dalgaları şekline sokması hallerinde Zatı paki için onları görmesi ve bilmesi arasında fark yoktur. Cenabı Hakkın bu zuhurdan evvel de zuhuru vardı sırrı budur. Mevcudatın gizli vücut hallerinde birbirlerinden haberi yoktur, aşinalığı yoktu. Yalnız büyük ervah, o gizli vücut dalgaları halinde de hak sohbetini duymak devletinde idiler. «Padişah kadim, kul kadim ayrılmadılar bir adım» diye Yunus Emre hazretlerinin işaret ettiği sır budur.

İKİNCİ BÖLÜM

MA’NA VE MADDE ALEMLERİ

Cenab-ı Hak evvelâ ilâhi varlığını teşkil etti. Sonra halk varlığını teşkil etti. Zâtından Zâtına Zâtı ile Zatı için bu teşkilâtı yaptı. (Tearüf-ü ilâhi muhabbeti icabı). Mâna alemi denilince ilâhi varlık teşkilâtı, madde alemi denilince de kozmik vücut teşkilâtı ile bu kozmik vücudu idare eden haki ervah teşekkülleri anlaşılmalıdır. Cenab-ı Hak zahir ve muhittir. Halk ise batın ve muhattır. Mâna alemini teşkil eden ilâhi varlık için:

— 9 —

1 — Vacibülvücut Hazretlerinin kendisine mahsus alem ile

2 — Vacibülvücut Hazretlerinin kendi Zatına mir’at (ayna) olarak yarattığı muhiti nur-i Muhammed aleminin bilmek icabeder. Vacibülvücut alemine insan ayak basamaz. Yani Vacibülvücut feyzine mazhariyetle vacibülvücut olmak durumuna gelemez. Onun için bu aleme ait bilgi yoktur, Künh-ü Zat alemidir. Künh-ü Zat için cenab-ı Muhammed «Ya Rabbi senin marifetini hakkiyle bilemedim» buyurmuştur. Çünkü fiilen bilmek için Vacibülvücut olmak lâzımgelir. Allah ise Allahlığını kimseye vermez. İnsan muhiti nur-u Muhammed alemine ayak basabilir. Bu aleme zatıbaht alemi de denir. Bu da ancak zuhur yapmış ilâhi esmanın kemâlâtı feyzlerine mazhariyet devletine ermekten ibarettir. Buna ilâhi esmanın cevher-i esrarına sahibiyet de denirki o ilâhi esmanın feyzlerine Hak ile sahib olmak mânasına olup bu devlete erenin fermanına «kün» emri tabi olur, dediği olur.

Daha ileri bilgilere girişmedenönce de şu bir kaç ilâhi hakikatın ilâvesi de münasip görülmüştür.

Cenab-ı Hak renk ve şekilden beridir, fakat her renk ve şekil ondan hasıldır. Cenab-ı Hak zamansız ve mekânsızdır. Çünkü varlığının bir evveli veya bir ahırı yoktur. Zâtı evveli olmayan bir evveldir ve ahırı olmayan bir ahırdır. Cenab-ı Hakkın mekânı yok demek, her yeri dolduran ve her yerde mevcut olan ve sonsuz feza meydanında zâtından başkası bulunmayan demektir. Mekânlar ondan hasıldır. Zâtı olmasa görünen mekânlar neredenbelirebiir. Cenab-ı Hak her mekân ve her şeyle beraberdir. Cenab-ı Hak hayır ve şerrin Halikidir. Hayrı mükâfatlandırır, şerri cezalandırır. Her şeyi zıddı ile yaratıp göstermesindeki hikmet de her şeyin ilâhi ilminde mevcut olduğunu ve hiç bir noksanın bulunmadığını ispat için olduğu gibi her şey, zıddı ile aralarındaki büyük farklarla daha açık gösterilir ve öğretilir. Bu da Hakkın yüksek hikmetini ispat eder.

— 10 —

Birde şurası iyi bilinsin: Hakkın iç vücudu olan Muhiti Nuru Muhammed hilkatın başlangıcıdır. Cenab-ı Hak bunu zâtına ilâhi hüviyyet ve ayna olarak yarattı alemi ilâhidir ve bu Kâinatın hilkatına vasıta ve bâi’s oldu. Bu bakımdan da Kevni hüviyyettir. (mahlûkat için düşünülen noksan sıfat ve emsallerden tenzih edilmelidir). Cenab-ı Hakkın «Sen olmasaydın, sen olmasaydın eflâki – yani ruhani alemlerle onların idare ettikleri kozmik alemleri – yaratmazdım» ilâhi hitabına mazhardır. Bu ilâhi övme hitabından kümmelîn zati ervah da hissemenddır. (Bütün Kâinat muhiti nuru Muhammedden belirdi, hilkata bâi’s oldu)

İnsan ilâhi alemden, esfeli safilin olan bu dünyaya iniş yaparak geldi, dünyadan da uruc yaparak ilâhi aleme döner. Bu devlete erebilen tam 28 alemi dolaşmış olur Â’ledderecat ilâhi ismine mazhar ve Allâhu ekber isminin Cevher-i esrarına sahip olur. İlâhi emanetin hamili ve sahibi olduğunu tahakkuk ettirmiş olur.

Burada aşağıda Hak tarafından peygamber Muhammede gönderilen ilâhi Kur’ana göre bütün kâinattaki ilâhi, meleki ve kevni (kozmik) vücut tertiplerinin nasıl yerleştirilmiş oldukları sade bir şekil ile gösterilmiştir. Bugün biliniyor ki basit ve mürekkep cisimler; diğer deyişle bütün kainattaki kozmik vücutlar; nötron, proton, pozitron ve elektron denen dört esas cüz’ü-ferdin muhtelif nisbetlerde birleşmelerinden husul bulmuşlardır. Kâinatın bütün kozmik vücudu kâle alınırsa, her bir atom teşekkülünde bu dört cüz’ü ferde kadar kâinat kozmik vücudunun bazı meleki ruhlar, seyyaleler, ruh-u ilâhi ve en son Allah tarafından sarılmış bir durumdadırlar.

(1) Bu seyyaleler teşekkülleri ruhlar gibi, tartılmaz

— 11 —

en lâtif kozmik vücut kısımlarıdır ki nötron, proton, pozitron ve elektron teşekküllerinden daha da lâtiftirler.

Bütün mahlukatın (büyük ve küçük) ruhları nötron, proton, pozitron ve elekton gibi cüzüferlerden her biri.

Bu şema bize Kur’anın şu: “Cenab-ı Hak yer ve gökleri altı günde yarattı” hakikatını öğretmektedir. Bu ayette “gün” kelimesi zamana göre değil, vücuda göre yâni “nur” diye manalandırılması gerekmetedir; yâni Cenab-ı Hak yer ve gökleri altı envar içre yarattı.” Onlar da şunlardır:

— 12 —

1 — Bizzat Cenab-ı Hak 2 — Ruh-u İlâhi (Hakkın Halifesi) dir ki alemi ilâhidir. Bu ruh-u ilâhi Cenab-ı Hak tarafından teşkil edilmiş ve ondan belirmiştir. Bu ruh-u ilâhi, kâinattaki bütün mahlûkata resüldür. Bu ruh-u ilâhi, hristiyanların inanışlarına göre Allah baba anlaşılmalıdır. Bu ruh-u ilâhiye müslüman evliyası tarafından ise (kelâm-ı nebeviye nazarla) muhiti Muhammed nuru veya ruhu, veya Kur’ana nazarla ruh-u ilâhi, kalem ve zikredici Kuran isimleri verilmiştir. Bu ruh-u ilâhinin uluhiyetten hissesi yoktur, yalnız o, ilim ve kuvvet bakımından Hakkın kemal vasıflarına sahiptir. O suretle ki o (ruhu ilâhi), Cenab-ı Hak tarafından ona ifaza ve ihsan edilen ilâhi feyizlere tevfikan, ilâhi ahlâk ve sıfata sahiptir ve kâinatta bütün ervah ve ecsamı muhit bulunup onları Hakkın hakiki bir mümessili selâhiyetinde eli altında bir âmir, mürebbi ve sahip gibi tutar. O Hakla Hak tır. Cenab-ı Hak ruh-u ilâhiyi muhittir ve bu ruh-u ilâhi ile lütfen ve tenezzülen daimülmüdam meşğut bulunmaktadır. Böylece bu ruh-u ilâhi ile zinde olan peygamber veya velilerden her bir ruh-u insani, derecesine göre, peygamber veya veli olarak isimlenirler hristiyanlar tarafından, inanışlarına göre, Allah oğul denilir. (Bu tesmiyede bu ruh-u insanının ilâhi kemâlata sahibiyetinde Allaha daima muhtaç bulunduğu halinin anlaşılması şartile). Hakla Hak olmak sırrı budur. İslâm evliyası (insanları, ruh-u ilâhinin veya İsa gibi bir peygamberin ulûhiyetten hisseleri vardır, gibi yanlış bir anlamaya düşürmemek için) ruh-u ilâhiye Allah baba ve peygamber veya velilere Allah oğul gibi isimleri vermezler.

3 — 6 Diğer muhiti dört nur, âlem-i melekûtu teşkil eden meleki nurlardır, ki onlar da: Cebrail; İsrafil, Mikail ve Azrailden ibarettir.

Bu açıklamalardan sonra Mekkede zuhur etmiş olan Peygamber Muhammed’in yer yüzünde ruh-u ilâhinin mükemmel bir mümessil noktasından ibaret olduğu ve Muhammed’e güzel bir insan suretinde görünen Cebrail’in, diğer de-

— 13 —

yişle Ruhûl Kudüs’ün – muhiti Cebrail nurunun – yer yüzündeki mükemmel bir mümessil noktasından ibaret bulunduğu anlaşılmalıdır ve Muhammed’e, ilâhi emirleri tebliğ eden Ruh-ul Kudüs’ün de keza, uluhiyyetten hissesi olmadığı ilâve edilir.

İhtar 1 — «Allah üç şahıstır: Allah baba, Allah oğul ve Ruhûl Kudüs ve bunların hepsinin ulûhiyetten hissesi vardır» denilse, yanlış bir söyleyiş olacaktır. Sebebi şudur: Sorarsam, bu hisselerden her biri diğer ikisinden müstakil midir? ve evet cevabını alırsam, üç Allahın mevcudiyeti lâzım gelecek ki, Allah birdir hakikatine muhaliftir; ve eğer bu üç hisseden her biri diğer ikisine tâbi ise, üçünden hiç birinin Allah olmaması icabeder, zira tâbi olan Allah olamaz. Allah bir olduğundan Allah baba, Allah oğul ve Ruh-ül Kudüs’ün Allaha mühtaç olmaları icabeder, yâni bu her üçü Allah tarafından yaradılmışlardır.

İhtar 2 — Allah aslâ kadın (Meryem gibi), oğul (İsa gibi), çocuklar (melekler gibi) ittihaz etmemiştir.

İhtar 3 — İyi daima Allah tarafından emredilmiş ve şer (fenalık) Allah tarafından men’edilmiştir.

Kur’an daki (Nurun alâ nur) yani (nur üstüne nur) ayetinden murad: Üst Nur Allah’a, alt Nur Ruh-ü ilâhiye işarettir.

Kur’an da «Nun velkalem ve ma yesturun» yâni «Nun ve kalem ve o şeyleri ki yazarlar» âyetinden murad: Nun: Allah’a, Velkalem: ruh-u ilâhiye, ve ma yesturun: mahlûkata (yaradılmış ve yaradılacak şeylere) işarettir.

Bir insan yazmak istediği zaman kalem, mürekkep ve kâğıda ihtiyacı vardır, ondan sonra o kâğıt üzerinde bilgisine göre kelimeleri ve cümleleri yazabilir. Bunlar kalem vasıtasıyla yazılır; yâni ne zaman Allah evvelâ kalem gibi Nur-u Muhammed’i yarattı ve onu yaradıcı eline aldı, onunla kâinattaki bütün mevcudatı var etti. Nasıl ki bir insan elindeki kalem ile bir kâğıdın satırları üzerinde kelimeleri ve cümleleri yazar. Bu yaratımda Allah da elinde bir kalem gibi olan Nur-u Muhammed’e mürekkep ve kâ-

— 14 —

ğıt yerine bazı vücut feyizleri sundu ve onlardan kâinattaki bütün mahlûkat belirdi.

Bu da ispat eder ki kâinat her tarafta doludur, orada boş bir nokta yeri yoktur. Kâinatın her nokta yeri muhiti, meleki ruhları (diğer türlü deyişle meleki nurları), seyyaleler, sonra ruh-u ilâhi ve en son Allah ile doldurulmuş ve sarılmıştır.

Seyyalelere gelince: Arş Allahın tahtıdır, Allahın emirleri evvelâ Arşta belirir. Arş kâinatın genel kalbidir. Kürsü kâinatın genel dimağıdır. Hakkın icra emirleri evvelâ Kürsü’de belirir. Levh de Hakkın arzularını izhar eden (gösteren) genel levhadır (kader yazıları orada okunur.)

Seyyaleler ruhları ile ruh-u ilâhi üzeri kendilerine gelen ilâhi feyizler ile ve kâinat içre cüz’ü fertlere kadar bütün kozmik vücudu saran muhiti, meleki nurlara aşağıya doğru inen ilâhi feyizlerle kâinatın her hangi bir yerinde zuhurda olan hadisat ve vukuatı idare ederler. Bu muhiti nurlardan: Cebrail, anlama ve icrayı; İsrafil, hayatı; Mikâil, yiyecek ve içeceği; Azrail, ölümü bütün mahlûkata verirler (Allahın feyizleri sayesinde).

Ruh-u insâniye gelince, Ruh-u ilâhi ile zinde olabilir. Bu halde ilâhi ahlâk ve sıfat edinmek suretiyle ilâhi âleme rücü etmiş olur. Muhammed, İsa, Musa… gibi bütün peygamberler Ruh-u ilâhi ile zinde olmuşlardır. İslâm aleminde İmam Ali,… Abdülkadir Geylâni (kendi ilâhi yolunun sahibidir ve buyurur: benim horozlarım kıyamete kadar ötecektir, yani bu ilâhi yolumdan kıyamete kadar ilâhi aleme gidecek büyük veliler zuhur edecek ve bunlar kalplerinde Hak sohbetini duyup ilâhi kemalata sahib olacaklardır)…. Mevlânâ Celâleddin-i Rumi… ve bu son senelerde İstanbulda Ahmet Süreyya Emin isminde büyük bir veli de ruhu izafi ile zinde olmuşlardır, Ahmet Süreyya Emin 1923 senesinde intikal eylemiştir. İlâhi ahlâk ve sıfatla mütehallik ve muttasıftır. !Abdülkadirin ilâhi yolunda zuhur eden dördüncü ve son rehberdir. Velâyetin en son

— 15 —

derecelerine sahiptir ve ilâhi halini daima ilâhi icraatı ile ispat edecek ilâhi bir kudrettir.

[İhtar: Bu cümlelerde geçen «ilâhi» kelimelerinin mânası da şöyle doğru bilinmelidir: Bir nebinin veya büyük velinin dinim var, maneviyatım var, dinim ve manevi yolum ilâhidir; ilâhi bilgilere, tasarruflara ve icralara sahibim demesi onun Hakka karşı şirki olmaz teşekkürü olur. Zira O bu ilâhi Kemallere mazhariyetini Cenab-ı Hakkın kendisine vücut ve sıfat itibariyle sunduğu ilâhi Kemal feyizleri sayesinde cereyanda olduğunu hakkalyakın bilmektedir – sözleri, tasarrufatı ve icraatı Cenab-ı Hakka muzafdır. Bu Kemalât esrarı kulun kalb aleminde rabbani ilhâm, ilâhi şuhud ve icra ile münkeşif olur. Marufun bilhak sırrı. Bu cümleden olarak bir kulun gözlerim var onlarla görüyorum, ellerim var onlarla yapıyorum, aklım var onun ile biliyorum… deyişinde: 1 — Eğer Kul Cenab-ı Hakkın vücut ve sıfat feyizleri sayesinde gözlere, ellere ve akla ve dolayısı ile görmeğe, yapmağa ve bilmeğe sahip olduğunu bilerek söyliyorsa, deyişi Cenab-ı Hakka karşı teşekkür olur. 2 — Eğer Kul gözlere, ellere ve akla ve dolayısıle görmeğe, yapmağa ve bilmeğe ait vücut ve sıfat – feyzlerini kendisine aittir cehil ve tevvehhümünde ise ve hepsinin Kendisinde Cenab-ı Haktan ariyet olduğunu bilmeyerek söylüyorsa, deyişi şirk olur. Zira vücut ve sıfat feyizleri Bil âsale Cenab-ı Hakkındır.]

Bu hakikatler böyle güzel öğrenildikten sonra ilâhi aleme rücu’ etmek halinin bu dünyada her zaman için devam edegeldiği ve doğru bilginin bu olduğu anlaşılmak ve Cenab-ı Haktan insan kalplerine ilâhi hitabının suduru yani vah’yi ilâhinin nüzulu her zaman için cereyanda olduğunu bilmek ve vah’yi ilâhinin insan kalplerine nüzulünun münkatı’ olmadığı ve islâm aleminde zuhur edegelen büyük velilerin kalplerinde bu ilâhi haka-

— 16 —

yıkın inkişaf ve cereyanda olduğu ve kıyamete kadar bu halin devam edeceğinin tasdik edilmesi icabeder. İşte zamanında Peygamberimiz Hz. Muhammedin manevi varisi olan Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rumi kendi müstetap kitabi mesnevisi için: «Bu kitap ilmi nucum’a veya ilmi rem’le veya rüyaya dayanmaz vah’yi Haktır, Allah doğrusunu bilir» buyurmakla yukarıda söylenen bu bir kaç sözün hakikatını ve sırrını anlatmış bulunmaktadır. O halde insanın mânası ve tekâmülü nedir sorulsa hulasatan şöyle cevap verilir: insanın manası demek onun Hakkın ayniyeti olduğunu ve gayriyeti olmadığını bilmekten ibarettir. Netekim Abdülkadir Geylâni hazretleri öğretir:

«Dışımda ve içimde Allah’dan boş zerre yoktur. Suretim mâna aynasıdır, mâna da Allah’tır.» O halde insanın tekâmülü Hakka vusul bulmaktan ve Hakla Hak olmak sırrına ermekten yani ilâhi sıfatla muttasıf ve ilâhi ahlâkla mütehallik olmak haline sahip olmaktan ibartedir. Yani Sırr’ı insan Sırr’ı Hak-tır.

Bunlar böyle güzel anlaşıldıktan sonra dinlerden maksad Hak’la insanın buluşabilmesinin ve ondan ilâhi esrar ve hakikatler üzerinde bilgiler ve emirler tebellüğ ve bunları insanlara tebliğ edebilmesi hususunun mümkün olduğunu anlamaktan ibarettir. Hakla buluşan ve hakikatleri insanlara açan insana da peygamber veya peygamber mertebesile ermiş büyük veli tesmiye olunur. İşte peygamberlerin haber verdikleri ölümden sonraki ahiret alemine ait haşr’ü neşr, mizan ve sırat vukuatı ve insanların amellerine göre mükâfat veya mücazat olarak cennet veya cehenneme girmeleri ile muamele görmeleri ve ebedi hayat içre mes’ut veya gamlı halde kalmaları ilâhi din bilgilerinden bulunmaktadır. Peygamberler ve veliler bu sırları daha bu dünyada iken ölmeden önce ölmek sırrına ermek suretiyle aynelyakın olarak ve Hakka vusul hallerini hakkelyakın mertebesinde bilicidirler. O halde ahiret gününe iman ve o günde şâdan durumda kalmak için bu din bil-

—. 17 —

gi hakikatlerini tasdık edip Hakkın şerri sevmediğinden onu bırakmak ve Hakkın hayrı sevdiğinden onu yapmak ve emirlerine muti’ olup hüsnü rızasını kazanmak her insanın vazifesi olmuş olur.

Dinlerin tekâmülünden murat da zamanla insanlar tarafından ilâhi hakikatlerin anlaşılmasında ‘yanlışlıklar yapılmasından ilâhi hakikatlerin doğru öğretilmesi gerekmekte ve Hakkın emrine uymayan fena ahlâkların taliminde doğru ahlâkın ne olduğunun talimine luzum hasıl olmakta ve insanın ilâhi sıfatla muttasıf ve ilâhi ahlâkla mütehallik olmak mertebelerinde kemallere sahip olmak istidacında olarak yaradılmış olduğunu anlamak ve bu kemallere ermek hali din tekâmüllerinden olduğunu bilmek gerekir. Bundan dolayı Musa dininden sonra İsa dini ve ondan sonra Muhammed dini zuhur etmiş ve bu Muhammed dinindeki tekâmül esrarı da Hz. Muhamed’den sonra zuhur etmiş peygamber mertebesindeki İmam Ali… Abdülkadir Geylânı… Mevlânâ Celâleddin Rumi…. ve en son zamanlarda 1923 te İstanbulda intikal eylemiş bulunan Ahmet Süreyya Emin gibi velilerle açıklanıp öğretilmek halleri mümkün olmaktadır. Bu kadar ilâhi bilgi kâfi görüldüğünden Hz. Mevlânâ Celâlettin Rumi için de atideki şu beyanın ilâvesi ayrıca faydalı görülmüştür. Bu beyana başlamadan önce de Kur’anı Kerimin şu hakikatlerinin açıklanması suretiyle bu beyanın eyice anlaşılabilmesi hususunun te’mini lüzumlu görülmüştür. Şöyleki:

Cenab-ı Hak Kur’anı Keriminde: «Allahın her şeyle beraber olduğu ve insana boynundaki damardan daha yakın bulunduğu ve insan ile (yani insanın görünen vücut teşekkülü ile) kalbi arasında tecelli ettiğini sarahaten beyan buyurmaktadır. Bu ilâhi beyana göre her insan Allah-ı kendisinde araması ve bulması gerekmekte olduğu öğrenildiği gibi Allah-ı bulmak için Allah-ı bulmuş bir insana yani vesileye lüzum olduğunu ve «Hak yakınlığı talep edenler vesile isteyiniz» ilâhi emirini de ayrıca tanıtmış bulunmak-

— 18 —

tadır. İşte Hz. Mevlânâ için de «Hz. Şems Tebriz» vesile olmuştur. Yani Hz. Mevlânâ evvelâ zatı için ilâhi vesileyi yani Hz. Şems Tebriz’i buldu ve onunla hakiki bir Allah yakınlığı bulmak saadetine erdi. Yani Hz. Mevlânâ Celâleddin Ruminin velâyet için Cenab-ı Hakkın ezel ilminde bir namzetliği bulunmasından kendisi için Şems Tebrizi’nin ilâhi rehberliği pek muvaffakiyetli ve feyzli olmuş ve Cenab-ı Muhammed’in buyurduğu:

  1. Ölmeden önce ölünüz. (Yani ihtiyarı olarak ölmüş gibi bütün cahilâne ve nefsani arzu ve heveslerden geçmek ve Hak sohbetine mazhar olmak).
  2. İlâhi sıfat ve ahlâkla muttasıf ve mütehakkık olunuz.

mealindeki iki emriyle mütehakkık olmak saadetine ruh-u izafi ile zinde olması suretiyle – sahip olmuştur. (kendisi için olan Hak arzusu mucibince). Hz. Mevlânâ’nın ilâhi aleme rücuundan sonra Cenab-ı Hak ona müritlerîne Hak yolunda rehber olması hususunda tesahübünde bulunması gereken ilâhi hak ve ehliyet kemallerini ihsan buyurmuştur. Her kimin Hak ilminde ezelden velâyet için bir namzetliği yoksa ve Hak yolunda yürütmeğe selâhiyetli ve ilâhi sıfat ve ahlâk sahibi zamanın vesilesini bulması yoksa o kimse hiç bir zaman Hak yakınlığı bulamaz. Yani Hak sohbetine mazhar olamaz. Rehberlik hakkı zamanının Hak arifine aittir. Onun kalbinde ruh-u izafinin öğretici olduğu bilinmelidir. Yani ruh-u izafinin tecellisi ve ileri ta’limi evliyaların mezarlarında aranmamalıdır. Bu hakikat için Hz. Celâleddin Rumi buyurur: «Biz öldükten sonra mezarımız toprakta değildir. Ariflerin kalbindedir.» Mevlânâ burada ölüm kelimesi ile ruh-u insanisinin bedeni terk etmesine ve mezar kelimesi ile esrarı mezar gibi gizleyen ve ruh-u izafi ile zinde olan ruh-u insanisine işaret etmekte ve böylece Hak yakınlığı isteyenlerin kendisi gibi (yani Mevlânâ gibi) ruh-u insanisi ruh-u izafi ile zinde olmuş ve Cenab-ı Muhammed’in manevi varisi mertebesine ermiş zamanın vesilesi-

— 19 —

ni (yani insan-ı kâmilini) bulmalarını tavsiye eylemektedir. Kısa bir deyişle Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rumi ilâhi aleme götüren kendi ilâhi yolunda ilâhi bir rehberdir. O islâm aleminde ayni ilâhi rehberliğe sahip büyük Hak velilerinin saflarında müttemayiz bir sima ile görünmüş olan ilâhi bir mürşittir. O lutufkâr, necip ve faziletli manevi bir sultandır. Onu yalnız şair bilmek ve onu edebiyatın en yüksek mertebelerine sahibiyeti ile tasvir etmek veya onu bir müzik üstadı veya âşıkıdır söylemek ve onu bu düşünce ve zihniyetlerle tanımak kâfi değildir. Onun peygamber mertebesinde büyük bir veli olduğu hususunda dikkatli olmak ve ilâhi muhabbetini kazanmak için kaygulu bulunmak icabeder. Kimler peygamberlerin ve büyük velilerin kabirlerini ziyaret ederler, onlar için bu âli zâtların şefaatı vacip olur. Bu itibarla Hz. Mevlânâ’nın kabrini saf bir âşk ve niyet ile ziyaret edene bu pak zâtın şefaatı vacip olur.

Bu risale – insanın aslını öğrenmek isteyenler için bütün hakikatleri cami’ bulunmasından ve öğretmesinden – Hakkı seven herkes tarafından kalbi bir sevgi ve ilgi ile okunacak ve öğrenilecek hakiki bir kıymettedir. Bütün teşekkürler Allah’a.

M. Ali Özkardeş

— 20 —

Yazar, Mehmet Ali Özkardeş

 

Ahmet Süreyya Emin Beyefendi Hazretleri

 

Pir Gavsül Azam Abdülkadir Geylani

 

Kadiri Tarikinin yukarıda bahsi geçen kurucu ve üstatlarına ait bazı kitaplar:

Ahmet Emin Süreyya
https://www.nadirkitap.com/hazret-i-sureyya-divani-ve-varidati-ahmed-sureyya-el-kadiri-kitap40252243.html

Abdülkadir Geylani
https://www.nadirkitap.com/futuhu-l-gayb-alemlerin-kapisi-abdulk-dir-geyl-n-kitap39080104.html

Not: örnek olarak verilmiştir, satıcılar adına reklam değildir.

wp-content/uploads/2025/03/veli-procretate-1.jpeg
Kaynak
İnsanın Aslı ve Mevlana

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

ReCAPTCHA doğrulama süresi sona erdi. Lütfen sayfayı yeniden yükleyin.

TÜM HAKLAR SAKLIDIR VIA HYGEIA 2022