Skip to main content
Bibliyoterapi

Hermetica ve Zorba ile Hayali Bir Yolculuk

Resim: Simyasal bir el yazması, Floransa, 
Biblioteca Medicea Laurenziana'da 
sarık ve kraliyet tacı giymiş Hermes Trismegistus.

*

Zorba’dan Bir Hikaye

“…Bir de, bütün evrenin hayatını yaşamayı amaç edinenler var; her şey, insanlar, hayvanlar, bitkiler, yıldızlar; hepimiz bir bütünüz; biz hepimiz aynı korkunç savaşın içindekileriz. Hangi savaş mı? Maddeyi ruha dönüştürme savaşı!…”

Zorba başını kaşıdı.

“Kalın kafalıyım ben,” dedi, “kolay anlamıyorum.. Ah bre patron, o dediklerini bir raks edebilseydin de, ben de anlasaydım!”

Umutsuzluk içinde dudaklarımı ısırdım. Bütün bu umutsuz düsünceleri gerçekten raksa bir dökebilseydim.

“Ya da patron, bütün bunları bana masal gibi anlatabilseydin. Hüseyin Ağa’nn yaptığı gibi… Bir gün beni dizlerine aldi, hayırduası edermiş gibi elini başıma koydu. ‘Aleksi,’ dedi, ‘bak sana bir söz söyleyeceğim; küçük olduğun için anlamayacaksun; büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum: Tanrı’yı yedi kat gökler ve yedi kat yer almaz; ama insanın kalbi alır. Onun için, aklını başına topla Aleksi, hayırduam seninle olsun, dikkat et, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama!'”

Zorba, Nikos Kazantzakis, çevirmen: Ahmet Angın, 12. Basım 2011, Can Yayınları Bölüm 24, sf 312-3. 

Yukarıda, Nikos Kazantzakis’in Zorba romanından alınan parça, burada sunulan Hermetik imgelemede aktif olan temaların bir özetini içerir.

İlk tema savaştır. “Maddeyi ruha dönüştürme” savaşı, metafiziksel bir varlık olarak insanın Doğa’ya aşık olması, dünyaya gelmesi ve göksel kökenlerine geri dönme özlemi hissetmesiyle eyleme geçmesini anımsatır. Bu, “kozmik çerçevenin etkilerinden” kendini arındırmanın (iç) savaşıdır; eve giden yoldur.

İkinci tema aktif hayal gücüdür. Gerçekliğin söylemsel düşünce yoluyla ifade edildiğinde anlışılamamsı Zorba’nın kusuru değildir. Zorba, anlatıcı dans edebilse veya bir hikâye anlatabilse bu gerçekliği anlayabileceğini söyler, çünkü hakikat ancak hayal gücünde gerçeklik şeklini alabilir. Dans bahsi özellikle önemlidir, çünkü dans bedeni ve hareketi hayal gücüyle harmanlar, böylece “bedenin uykusu, ruhun uyanıklığı olur”.

Üçüncü tema, kozmosu bir arada tutan kalbin temasıdır. Aşağıdaki metinde Poimandres, katılımcıyı ruhun kadim kökenlerini gösteren derin bir imgesel yolculuğa çıkarır. Salt okuyucunun aksine katılımcı bu yolculuğunun merkezindedir. Poimandres kendisini “özerk zihin” olarak adlandırır, ki bu orijinal metinde, Copenhaver’in notlarında belirttiği üzere, authentia yani özgünlüktür. Poimandres’in bir ruhani kılavuz olarak gösterdiği özgünlük, bu deneyimin içsel olduğunu, imgesel alemde gerçekleştiğini ve mekânın kalp olduğunu ima eder. Zira sadece bu imgesel yolculukla arınmış bir kalpten gelen “saf hissiyatlar” “sessizlikte hitap ettiğimiz” tanrıya ulaşabilir.

Sizi bu yolculuğun eşiğinde bırakıyorum.

Hermes Üçkereyüce’nin Nutku: Poimandres

Bir keresinde, düşüncem var olan şeylere yöneldiğinde ve düşünüşüm yükseklere yelken açtığında, tıpkı aşırı yemekten veya yorgunluktan uykuya dalan biri gibi bedensel duyularım kısıtlanmıştı. Büyüklüğü sınırsız bir varlık bana görünür oldu, beni ismimle çağırdı ve bana şöyle dedi: “Ne duymak ve görmek istiyorsun; anlayışından hangi bilgi ve öğretiyi almak istiyorsun?”

“Sen kimsin?” diye sordum.

“Ben Poimandres’im,” dedi, “özerk olan zihnim; ne istediğini biliyorum ve her yerde seninleyim.”

Dedim ki, “Var olan şeyleri öğrenmek, doğalarını anlamak ve tanrıyı hakkıyla bilmek istiyorum. Ne kadar da çok duymak istiyorum bir bilsen!” dedim.

Sonra bana dedi ki: “Öğrenmek istediğin her şeyi aklında tut, ben sana öğreteceğim.” Bunu söylerken görünümünü değiştirdi ve bir anda her şey bana hemen göründü. İçinde her şeyin berrak olduğu, ışık ve neşeyle dolu sonsuz bir vizyon gördüm – ve bu vizyonu gördükçe onu sevdim. Kısa bir süre sonra, karanlık ayrıca yükseldi ve indi – korkutucu ve gamlı – bir (yılan) gibi görünecek şekilde kıvrılarak ilerliyordu. Sonra karanlık, tarif edilemez bir şekilde telaşlı ve ateş gibi tüten sulu bir şeye dönüştü; muazzam bir inilti çıkarmaktaydı. Buradan sanki ateşin sesiymiş gibi anlaşılması güç bir haykırma yükseliyordu. Fakat ışıktan… kutsal bir söz (sulu) doğaya bindi ve dizginlenmemiş ateş sulu doğadan yukarı, yükseklere sıçradı. Ateş çevik, delici ve aynı zamanda aktifti ve hava hafif olduğu için ruhu takip etti ve topraktan ve sudan uzakta ateşe yükseldi, böylece ateşte asılı gibi görünüyordu. Toprak ve su geride kaldı, birbirlerine karıştılar, böylece (toprak) sudan ayırt edilemedi, ancak üzerlerinde hareket eden tinsel söz duymaları için onları harekete geçirdi.

Poimandres bana, “Bu vizyonun ne anlama geldiğini anladın mı?” dedi.

“Öğreneceğim,” dedim.

“Ben gördüğün ışığım, zihin, senin tanrın,” dedi, ”karanlıktan ortaya çıkan sulu doğadan önce var olan. Zihinden gelen ışık veren sözcükse tanrının oğludur.”

“Devam et,” dedim.

“Bilmen gereken şey şudur: İçindeki gören ve işiten efendinin sözüdür, zihnin ise baba olan tanrıdır; bu ikisi birbirinden ayrılmaz, çünkü onların birliği yaşamdır.”

“Teşekkür ederim,” dedim.

“Işığı anla ve onu tanı.” Bunu söyledikten sonra yüzüme o kadar uzun süre baktı ki, görünüşü karşısında titredim. Ancak başını kaldırdığında, zihnimde sayısız güçlerin ışığını ve sınırı olmayan kaninatı gördüm. Büyük bir güç tarafından kuşatılmış ve zapt edilmiş ateş yerinde sabitti. Poimandres’in nutku vesilesiyle gördüğüm vizyon sırasında düşüncelerim bunlardı. Dehşete kapıldığım ve aklım başımdan gittiği için benimle tekrar konuştu. “Zihninde arketipsel olanı, sonu olmayan bir başlangıçtan önce var olan ilk ilkeyi gördün.” Poimandres’in bana söylediği buydu.

“Doğanın unsurları – nereden geldiler?” diye sordum.

Ve cevap verdi: “Sözü içine alan ve güzel kainati gören, onu taklit eden, kendi unsurları ve ruhların nesilleri aracılığıyla bir kozmos haline gelen tanrının buyruğundan. Tanrı olan, çift cinsiyetli, yaşam ve ışık olarak var olan akıl, konuşarak ikinci bir aklı, bir zanaatkârı doğurdu; o da ateş ve ruh tanrısı olarak yedi yönetici yarattı; bunlar duyulur dünyayı çemberler halinde kuşatır ve yönetimlerine kader denir.”

“tanrının sözü, aşağıya doğru ağırlaşan unsurlardan [ ] doğruca  saf bir sanat eseri olan tabiata sıçradı ve zanaatkar-akıl ile birleşti (çünkü söz aynı özdendi). Doğanın ağır unsurları geride bırakıldı ve akıldan yoksun kıldı, böylece sadece madde haline geldi.

“Aşağıya doğru ağırlık yapan unsurlardan [ ] tanrının sözü, doğanın saf zanaatına doğru dümdüz yukarı sıçradı ve zanaatkar-zihinle birleşti (çünkü söz aynı tözdendi). Doğanın ağır unsurları geride kaldı ve akıldan yoksun olarak, sadece madde olacak şekilde geride bırakıldı. Zanaatkâr-zihin, sözle birlikte, daireleri kuşattı ve onları hızla döndürdü, zanaat eserlerini de döndürdü, sonsuz bir başlangıçtan sınırsız bir sona dönmelerine izin verdi, öyle ki durduğu yerde başlar. Zihnin dilediği gibi dönen çemberler, ağır elementlerden akılsız canlılar çıkardı (akılsızdılar çünkü artık sözü yanlarında tutmuyorlardı); hava kanatlı şeyler çıkardı; su yüzen şeyler. Toprak ve su, zihnin dilediği gibi birbirinden ayrılmıştı ve (toprak) içinde barındırdığı canlıları, dört ayaklı hayvanları (ve) sürünen şeyleri, vahşi hayvanları ve evcil hayvanları kendisinden [EN: her, yani dişil] çıkardı.”

“Her şeyin babası, yaşam ve ışık olan zihin, kendi çocuğu gibi sevdiği, kendisine benzeyen İnsan’ı doğurdu, ve o çok güzeldi: babanın suretine sahipti ve kendi suretine gerçekten aşık olan tanrı, tüm eserlerini ona bahşetti. İnsan zanaatkâr-zihnin babasının yardımıyla neler yarattığını gördükten sonra, o da bazı eserler yapmak istedi ve baba buna razı oldu. İnsan tüm yetkiye sahip olacağı zanaatkarın alanına girerek kardeşinin eserlerini gözlemledi; yöneticiler insanı sevdi ve her biri kendi düzeninden ona bir pay verdi. Onların özünü iyi öğrenen ve doğalarını paylaşan insan, ateş üzerinde güç sahibi olanın yönetimini gözlemlemek için çemberlerin sınırlarını aşmak istedi.”

“Ölümlülerin ve akılsız hayvanların kainatı üzerinde tüm yetkiye sahip olan insan, kemeri kırdı ve kozmik çerçeveden bakmak için eğildi, böylece aşağı doğaya tanrının güzelliğini gösterdi. Doğa, güzelliği aşırılık barındırmayan ve kendinde yöneticilerin tüm enerjisini ve tanrının suretini tutan İnsan’ı gördüğünde aşkla gülümsedi, çünkü suda insanın şeklini ve yeryüzünde gölgesini gördü. İnsan, suya bakarken kendisi gibi olanı doğada gördüğünde, görüntüyü sevdi ve içinde yaşamayı diledi; istek ve eylem aynı anda geldi ve o akılsız şeklin içinde yaşamaya başladı. Doğa sevgilisini kavradı, onu her yerden sardı ve kucakladı, çünkü onlar sevgililerdi.”

“Bu nedenle, yeryüzündeki diğer canlılardan farklı olarak, insanoğlu iki yönlüdür – bedende ölümlü ama özünde ölümsüzdür. Ölümsüz olmasına ve her şey üzerinde tasarruf sahibi olmasına rağmen, insanoğlu kadere tabi olduğu için ölümlülükten etkilenir; böylece insan kozmik çerçevenin üzerinde olmasına rağmen, onun içinde bir köle haline gelmiştir. Erdişi bir babadan geldiği için erdişidir ve uykuya tabii olmayan bir babadan geldiği için asla uyumaz. (Yine de aşk ve uyku onun) efendileridir.”

Ve bundan sonra: “…, ey zihnim. Ben de sözü seviyorum.”

Poimandres dedi ki: “Bu, bugüne kadar saklı tutulan gizemdir. Doğa insanla seviştiğinde, harikulade bir mucize doğurdu. İnsanda, sana söylediğim gibi, ateş ve ruhtan yapılmış olan yedi kozmik çerçevenin doğası vardı ve doğa gecikmeden, doğaları yedi yöneticininkine benzeyen, erdişi yüce yedi insan doğurdu.

Ve bundan sonra: “Ey Poimandres, şimdi büyük bir özlem içine girdim ve duymak için can atıyorum; bu yüzden konuyu saptırma.” Poimandres, “Sus, daha nutkumun ilk kısmını açıklamayı bitirmedim” dedi.

“Gördüğün gibi, sessizim,” dedim.

“Dediğim gibi, o zaman, yedinin doğumu şu şekilde oldu. (Toprak) dişiydi. Su dölleyiciydi. Ateş olgunlaştırıcı güçtü. Doğa eterden ruhu aldı ve insan şeklindeki bedenleri ortaya çıkardı. Yaşam ve ışıktan insan ruh ve zihin oldu; yaşamdan ruh, ışıktan zihin geldi ve duyular âlemindeki her şey bir döngü sona erene (ve) şeylerin türleri oluşmaya başlayana kadar bu şekilde kaldı.”

“Gerisini dinleyin, duymak için can attığınız sözü. Döngü tamamlandığında, her şey arasındaki bağ tanrının buyruğuyla koparıldı. Erdişi olan tüm canlılar ikiye bölündü -insanlar da onlarla birlikte- bir kısmı erkek, bir kısmı da dişi oldu.Ama tanrı bunun üzerine kutsal konuşmasını yaptı: “Bütün yaratıklar ve eserlerim, çoğalın ve kalabalıklaşın ve ( her kim) akıllıysa ölümsüz olduğunu, arzunun ölümün nedeni olduğunu ve var olan her şeyi tanısın.” Tanrı bunu söyledikten sonra, kader ve kozmik çerçeve aracılığıyla ilahi takdir, cinsel birleşmeyi meydana getirdi ve doğumu başlattı ve her şey türüne göre çoğaldı. Kendini tanıyan kişi seçtiği iyiye ulaştı, ama arzusundan doğan bedeni tercih eden kişi karanlıkta, yanılgı içinde, ölümün etkilerini hissederek ızdırap çekmeye devam etti.”

“Bilgiden yoksun olanlar, ne büyük yanlış yapmışlar,” diye sordum, “ki ölümsüzlükten mahrum bırakılsınlar?”

“Sen duyduğu şey üzerine düşünmemiş biri gibi davranıyorsun. Sana düşünmeni söylemedim mi?”

“Düşünüyorum; hatırlıyorum; ve aynı zamanda minnettarım.”

“Anladıysan, söyle bana; ölümde olanlar neden ölüme mecburlar?”

“Çünkü her insanın bedenini ilk ortaya çıkaran şey tiksindirici karanlıktır; bu karanlıktan, bedenin duyulur evrende kendisinden oluştuğu ve ölümün içtiği sulu doğa çıkar.”

“Gerçekten de anlamışsın. Ama tanrının sözünde olduğu gibi, neden ‘kendini anlayan kişi tanrıya doğru ilerler’?”

“Çünkü” dedim, ”her şeyin babası ışık ve yaşamdan oluşmuştur ve insan ondan meydana gelmiştir.”

“Sözünü iyi söylüyorsun. Yaşam ve ışık, insanın kendisinden meydana geldiği tanrı ve babadır. Eğer ışıktan ve yaşamdan olduğunu ve onlardan geldiğini öğrenirsen, bir kez daha yaşama doğru ilerlersin.” Poimandres böyle söyledi.

“Ama bana tekrar söyle,” diye sordum, “yaşama nasıl ilerleyeceğim, ey zihnim? Çünkü tanrı der ki, ‘ Farkında olan kişi kendini tanısın’ Bütün insanların aklı vardır, değil mi?”

“Dilini tut, dostum. Bu kadar konuşma yeter. Ben, yani zihin, kendimi, kutsanmış, iyi, saf ve merhametli olanlara – hürmet edenler – sunuyorum ve mevcudiyetim yardım ediyor; her şeyi çabucak tanıyorlar ve babaya sevgiyle yakarıyorlar ve şükrediyorlar, sevgiyle ona uygun bir şekilde ilahiler söylüyorlar. Bedeni doğal sonu olan ölüme terk etmeden önce, ölümün etkilerini gördükleri için duyulardan çekinirler. Ya da daha doğrusu ben, zihin, bedenin etkilerinin onlara çarpmasına ve tesir etmesine izin vermem. Kapının nöbetçisi olarak, kötü ve utanç verici etkilerin girişini engelleyecek, onlardan kaynaklanan kaygıları önlerim. Ama düşüncesiz, kötü, kötücül, kıskanç, açgözlü ve vahşi ve hürmetsiz olanlardan uzak duruyorum – kötüyü yaralayan intikamcı iblise yol veriyorum, o onu delici ateşle kalbinden vurur ve böylece onu kanunsuz eylemler için daha iyi silahlandırır, böylece de eylemlerinin bedelini en ağır şekilde ödemeye daha da yatkın hale gelir.  Böyle bir kişi doyumsuz arzularından vazgeçmez; tatmin olmadan, karanlıkta debelenir durur. Bu ona işkence eder ve ateşin onun üzerinde daha da harlanmasına neden olur.”

“Bana her şeyi iyi öğrettin, ey zihin, tam istediğim gibi. Ama bana tekrar yükselmenin yolunu anlat; nasıl olduğunu söyle.”

Buna karşılık Poimandres şöyle dedi: “İlk olarak, maddesel bedeni teslim ederken bedenin kendisini başkalaşıma teslim edersin ve eskiden sahip olduğun biçim yok olur. İblise artık inaktif olan mizacını teslim edersin. Bedenin duyuları yükselir ve kendi kaynaklarına geri akar, ayrı parçalar haline gelir ve tekrar enerjilerle karışır. Ve duygu ve özlem akıldışı doğaya doğru gider. Böylece insan kozmik çerçevede yukarıya doğru fırlar, ilk bölgede artış ve azalış enerjisine teslim olur; ikinci bölgede artık etkin olmayan bir aygıt olan habis hileler; üçüncü bölgede artık etkin olmayan özlem yanılsaması; dördüncü bölgede artık aşırılıktan kurtulmuş olan hükümdar kibri; beşinci bölgede artık etkin olmayan melun küstahlık ve cüretkâr pervasızlık; altıncı bölgede artık etkin olmayan servetten gelen zararlı dürtüler; yedinci bölgede ise pusuya yatmış olan aldatma. Ve sonra kozmik çerçevenin etkilerinden sıyrılan insan sekizlilerin bölgesine girer; kendine özgü bir kuvveti vardır ve kutsanmışlarla birlikte babaya ilahiler okur. Orada bulunanlar onun huzurunda birlikte sevinirler ve onun yoldaşları gibi olduktan sonra, o da sekzililerin bulunduğu bölgenin ötesinde var olan kudreti duyumsar ve tatlı bir sesle tanrıya ilahiler söyler. Sırayla babaya yükselirler ve kendilerini kudrete teslim ederler ve kudret haline geldikten sonra tanrıya girerler. Bu, bilgiyi almış olanlar için nihai iyiliktir: tanrı olmak. Neden hala gecikiyorsunuz? Bütün bunları öğrendikten sonra, layık olanlara kılavuz olman ve böylece insan ırkının tanrı tarafından senin aracılığınla kurtarılması gerekmez mi?”

Bana bunları söylerken Poimandres güçlerle birleşti. Sonra beni, her şeyin babasına şükrettikten ve onu övdükten sonra, evrenin doğası ve yüce vizyon hakkında yetkilendirilmiş ve bilgilendirilmiş olarak yola çıkardı. Ve insanlığa hürmetin ve bilginin güzelliğini duyurmaya başladım: “Ey insanlar, yeryüzü doğumlular, kendinizi sarhoşluğa, uykuya ve tanrıdan habersizliğe teslim etmiş olanlar, ayık olun ve sarhoşluk illetinize son verin, çünkü siz akılsız uykuda büyülenmişsiniz.”

Bunu duyunca hep birlikte toplandılar. Ve dedim ki, “Ölümsüzlüğü paylaşmaya hakkınız varken, neden kendinizi ölüme teslim ettiniz, topraktan doğan insanlar? Sizler, yanılgıyla yolculuk edenler, cehaletle ortaklık kuranlar, bir kez daha düşünün: gölgeli ışıktan kaçının; yozlaşmayı geride bırakın ve ölümsüzlükten pay alın.”

Kendilerini ölüm yoluna teslim etmiş olan bazıları alaylarına devam edip geri çekilirken, öğrenmeyi arzulayanlar kendilerini ayaklarımın dibine attılar. Onları ayağa kaldırdıktan sonra, soydaşlarıma rehber oldum, onlara sözleri öğrettim – nasıl ve ne şekilde kurtulacaklarını – ve aralarına bilgeliği ektim ve onlar böylece tanrıların şerbetiyle beslendiler. Akşam olup güneşin ışığı tamamen kaybolmaya başladığında, onlara tanrıya şükretmelerini emrettim ve her biri şükrünü tamamladığında kendi yatağına döndü.

İçimde Poimandres’in şefkatini hissettim ve derin bir mutluluk duydum çünkü dilediğim şeyle doldurulmuştum; bedenimin uykusu ruhumun uyanıklığına dönüştü, kapanan gözlerim gerçekten görmeye başladı, sessizliğim iyiliğe gebe kaldı ve sözün doğumu iyiliklerin atası oldu. Başıma bunlar geldi çünkü aklım Poimandres’e, yani özerk zihine açıktı. Hakikatin ilahi nefesinden ilham alarak gelmiş bulunuyorum. Bu nedenle, ruhumdan ve tüm gücümle baba tanrıya şükrediyorum:

Kutsaldır Tanrı, her şeyin babası;
Kutsaldır Tanrı, buyruğu kendi kudretiyle yerine gelen;
Kutsaldır Tanrı, bilinmek isteyen ve kendi halkı tarafından bilinen;
Kutsalsın sen, sözle var olan tüm şeyleri oluşturan;
Kutsalsın sen, tüm tabiatın suretin olarak doğduğu;
Kutsalsın sen, doğanın benzerini yapmadığı;
Kutsalsın sen, her güçten daha kuvvetli olan;
Kutsalsın sen, her mükemmelliği aşan;
Kutsalsın sen, tüm övgülerden daha kudretli olan.

Sessizlikle hitap ettiğimiz sen, konuşulamayan, söylenemeyen, sana ulaşan bir kalp ve ruhtan gelen saf hissiyat ve titreşimlerden oluşan sunuları kabul et. Özümüze yakışan bilişte yanılmama arzumu kabul et; bana güç ver; bu armağanla gaflet içinde olanları, kardeşlerimi, senin çocuklarını aydınlatacağım. Böylece inanıyor ve tanıklık ediyorum; yaşama ve ışığa ilerliyorum. Kutsanmışsın, baba. Senin olan kişi, ona verdiğin yetkiyle kutsallaştırma eyleminde sana katılmak istiyor.

Hermetica, The Greek Corpus Hermeticum and the Latin Asclepius in a New English translation with notes and introduction, Brian P. Copenhaver, Cambridge University Press, sf.1-7

Michael Maier, ‘Symbola Aurea’, 1622
wp-content/uploads/2025/04/Hermes-Trismegistus-dressed-in-Arabic-with-turban-and-royal-crown-in-the-alchemistical-manuscript-Florence-Biblioteca-Medicea-Laurenziana-1-1.webp
Hermetica, geç antik çağda yazılmış teolojik-felsefi metinler bütünüdür, ancak Rönesans döneminde (iyi bilinir hale geldiklerinde) çok daha eski oldukları düşünülmüştür. Metinlerin varsayılan yazarı, Hermes Trismegistus adında efsanevi bir figür, Musa’nın çağdaşı olarak kabul edilmiştir. Hermetik felsefe, İncil’in vahyedilmiş bilgeliğine paralel, Kutsal Kitap vahyini destekleyen ve Platon, Plotinus ve Platonik gelenekteki diğerlerinin felsefesinde zirveye ulaşan kadim bir teoloji olarak görülmüştür. Bu yeni çeviri, Yunanca Corpus Hermeticum ve Latince Asclepius’un güvenilir metinlerine dayanan tek İngilizce versiyondur. Profesör Copenhaver’ın giriş ve notları, Hermetik araştırmalardaki son gelişmeleri dikkate alan bir yorum bağlamı sunarak, bu erişilebilir baskıyı antik felsefe ve din, erken Hristiyanlık, Rönesans edebiyatı ve tarihi, bilim tarihi ve Hermetica’nın kanonik metinler haline geldiği gizem geleneği üzerine çalışan bilim insanları için vazgeçilmez bir kaynak haline getirmektedir.
Hermetica ve Zorba ile Hayali Bir Yolculuk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

ReCAPTCHA doğrulama süresi sona erdi. Lütfen sayfayı yeniden yükleyin.

TÜM HAKLAR SAKLIDIR VIA HYGEIA 2022