Bibliyoterapi
Bir (Tyana) Kemerhisarlı Apollonius Hatırası – Triptik

Parc de Versailles, Rond-Point des Philosophes. Apollonios de Tyane par Barthélémy de Mélo (1685-1687), marbre.
*

Çevirmen: Nalan Özkan Lecerf
1.Bölüm-‘Felsefi Hayat Hakkında’.
-‘‘Mısırlı Bilge İnsanlar, dedi onlara, buraya kadar geldiysem tercih etmem gereken yaşam tarzıyla ilgili öneri almak için gelmediğimi bilin; seçimimi uzun zaman önce yaptım. Bu arada, Thespesion hariç, sizlerden oldukça yaşlıyım. Seçiminizi yapmamış olsaydınız doğru bilgeliği seçme konusunda benim sizlere önerilerde bulunuyor olurdum. Ben sadece iki bilgelik arasında seçim yapmak zorundaydım. Felsefe sayesinde tüm felsefe okullarının özünü gördüm. Hepsi belli bir yere kadar güzel görünüyordu, hepsi çekici oldukları konuların altını çizerek beni cezbetmeye çalışıyordu. Ancak sadece bir tanesi, ilahi Pisagor’un felsefesi, seçimimi yapma konusunda beni motive etti. Alçakgönüllü, sessiz, ihtiyatlı bir şekilde kenarda duruyordu.
– ‘Genç adam’, dedi, ‘gösterişli değilim, sadece sadelikten zevk alıyorum. Aslında, bir üstat yasamı benimsediğinde, nefesi ve yaşamı olan her yemeği masasından kaldırır, sakin bilgeliğin saf parlaklığını bulanıklaştıran şarabı içmekten vazgeçer ve hayvanların saçları ve yünleriyle yapılan giysileri reddeder. Ayakkabıları ağaç kabuğundan yapılmış olup nerede bulunursa orada uyur. Son olarak ciddiyetimi öğrencisini susturmaya mahkum eden tüm okullardan sadece biri olduğumu bilerek değerlendir. Şimdi dilini zincirleyerek beni izlemekten ne kazanacağını bilmek ister misin? Adil ve ölçülü olacaksın, hiç kimseyi kıskanılmaya layık görmeyeceksin, tiranlardan korkmak ve onların köleleri olmak yerine ürktükleri kişi olacaksın, boğaların kanını akıtan kişilere göre daha sade adaklar sunarak tanrılara daha hoş davranacaksın. Kendini arındırırken sana geleceğin bilgisini vereceğim, gözlerini temizleyeceğim, böylece bir tanrıyı tanıyabileceksin, bir şeytanı ayırt edebilecek ve hayal gücünüzü rahatsız eden hayaletleri kolayca kovabileceksin.’
Seçtiğim hayat budur, Mısırlı Bilge İnsanlar.”

2.Bölüm-‘Vahiyler.’
‘Apollonius şunu söyler: ‘Kadim zamanların bilge insanları kendilerini sembollerle ifade etmişlerdir. Söz konusu semboller aracılığıyla filozoflar öğrencilerine ‘vahiyler’ olarak adlandırdıkları manaları ‘vahiy yoluyla’ aktarmıştır; bu şekilde onlardan biri bizimle bu vahiyi paylaşmıştır. Sembollerin yapılandırılması bu birçok manayı temel almıştır. Burada ele aldığımız sanatın doğasına ilişkin aktardıkları öğreti bu vahiye aittir.
Elbette Tanrı da bazı peygamberlerine ‘vahiy yoluyla’ aktarımda bulunmuş olup onlar da müritlerine ‘semboller’ aracılığıyla aktardıkları öğretiyi ‘vahiy’ olarak adlandırmıştır.
Bu şekilde davranan filozofların niyeti söz konusu hiyeratik bilimleri onlara layık olmayan kişilerden saklı tutmaktı. Bu öğretiler alenen açık edilseydi insan ilişkilerinde baştan sona büyük bir karmaşa meydana gelirdi. Burada adı geçen hiyeratik bilim, sırrı ona layık olmayanlardan katı bir disiplinle koruyarak muhafaza edilmesini hak etmiştir. Bu yüzden filozoflar bu bilginin ilahi bir vahiy ile onlara açık edildiğini ifade ederlerdi.
Bazıları kendi kullanımları için bu hiyeratik bilimle ilgili kitaplar yazmıştır. Dönüş fikri ve Dönüş yerine ilişkin bilgi, vahiylerin bir parçasıydı. Elbette yukarıdaki dünyada değişikliklerin meydana gelebileceğini düşünemezlerdi; çünkü orası yukarıdaki dünyanın kendisiydi, çünkü bozulma sadece aşağıdaki dünyanın yönteminde ortaya çıkan değişimlerle gerçekleşebilirdi; çünkü aşağıdaki dünya kendi yaratılışının kaynağında yer alan üretim ve bozulma, olma ve çözülmeye dair bir izlenimden oluşuyordu. Şunu söyleyerek sağlam bir inancı öğretiyorlardı: ‘Geri gelip her şeyi yeniden başlatacağız. Hayata geri döneceğiz, ancak zamanı gizli tutulmuş oldukça uzun bir dönemden sonra.’ Bu yüzden kendileri için kitaplar yazmışlardır (günü gelince onları tekrar bulacaklardı). Vahiyi içeren bu kitaplar korunan ve saklanan ezoterik gizemlerin birer parçasıydı. Onları açık etmeyip sadece dürüstlüklerine, inanılır sadakatine ve dini tinlerine güvendikleri öğrencilerine aktarıyorlardı.
Aktardıkları öğretinin merkezinde şu vardı: Özellikleri ve etkileri itibariyle yedi dolaşan yıldızın (gezegenler) bu dünyanın her şeyine aktif bir şekilde katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Bunu gözler önüne seren ip uçları, izler veya imzalar mevcut. Diğerleri hariç her birinin gücüyle etkili olduğu, öncelikli bir alanı vardır. Bu bilgiyi dikkate alarak bazı eş duyumlar aktarılmıştır: Güneş, altın ile eş duyumludur; Ay, gümüş ile; Satürn, kurşun ile; Jüpiter, kalay ile; Mars, demir ile; Merkür, civa ile; Venüs, bakır ile.’

3.Bölüm-‘Dünyanın Yaratılışı Hakkında’.
‘…Dünya kaç elementten oluştuğunu düşünüyorsun Apollonius? Dört?’
– ‘Hayır. Beş. Su, hava, toprak ve ateşten sonra beşinci element olarak eter gelir. Eterden oluşan her şey ölümsüzdür, bu yüzden tanrılar da eterik ışıktan doğmuştur.’
– ‘İlk element hangisidir?’
– ‘Hepsi eşit derecede eskidir, çünkü hiçbir hayvan kendisini parça parça oluşturmaz.’
– ‘Dünyayı hayvan olarak mı görmeliyim?’
– ‘Evet, çünkü nefese ve hayata sahip olan her şeyi o meydana getirir.’
– ‘Onu eril olarak mı, dişil olarak mı görmeliyiz veya her ikisi midir?’
– ‘Her ikisine de sahip olduğunu söyleriz, çünkü kendini dölleyerek tüm hayvanların hem anası hem de babasıdır. Ayrıca her hayvanın kendi içsel hareket etme prensibi ve yaşamı olduğu için, dünya aynı zamanda onu canlandıran ve doğanlar ile çürüyenler arasındaki adalet ve uyumu koruyan bir ruha sahiptir. Ne kadar büyük olursa olsun, bu hayvan büyük bir tekerlek başlığı gibi kolayca yönetilebilir. Tanrı pilottur, diğer tanrılar ise Onun verdiği vekalet ile tüm parçaların çeşitliliğini yönetirler. Birinin egemenliği altında dünyada tanrıların çokluğu mevcuttur. Şairlerin gökyüzüne, yeryüzüne, denize, nehirlere, dağlara yerleştirdiği bu tanrılar kendi eylemleriyle Herşey’in çatısı altında birleşip onu koruyup muhafaza ediyorlar.’

***

Bir cevap yazın